23 Şubat 2015 Pazartesi

Hoşgeldin 4 yaş sendromu!!





      Sonunda atlattık şu 2 yaş sendromunu derken bir baktık ki kendimizi 3 yaş sendromunun içinde bulduk. 4 yaş sendromu ise yanı başımızda!! Uzmanlar bu dönemlerde yaşanan sıkıntıların neyse ki dönemsel olup, gelip geçici olduğunu savunurken bir yandan da bu duygu durum değişikliklerine bir isim bulmayı uygun görmüşler anlaşılan.. Örneğin iki yaş için "Terrible two"  diye adlandırılan bu dönemi çoğu çocuk yaşamıştır eminim. Onunla birlikte anne-babalar da tabii ki!! Bu dönem aslında çocuğun bir birey olduğunu ispatlama savaşı gibi. Sinirlilik, inatlaşma, ağlama nöbetleri, öfke nöbetleri, huysuzluk, inatçılık.. say say bitmez!!=) Kimi ebeveynler bu dönemi gerçekten daha zor atlatırken kimileri de "Öyle bir sendrom mu varmış?" diyebiliyor. Şans mıdır artık bilemem! Biz kendi yaşadığımız zorlukları düşününce ne çok zor geçirdik bu dönemi ne de nasıl geldi geçti anlamadık diyebiliyorum. Orta seviyedeydi sanırım bizimkisi..=) Sonrasında gelen 3 yaş sendromuna benim bulduğum bir isim var "Incredible three". Henüz bu döneme bir isim bulunmuş değil; belki de yaşanan bazı sıkıntıların hala devam etmesi (biraz artarak hatta) durumunda, bu ismi kendim uydurdum öyle ki durumu özetler nitelikte!! "İki yaş sendromu da neymiş sen bir de üç yaşı gör" istersen!!

       Okumakta biraz geç kaldığım çokkkkk güzel bir kitap var!! Dr. Harvey Karp'ın "Mahallenin En Mutlu Yumurcağı" kitabı. Kendime kızıyorum aslında bu kitabı tam da bu dönemler de okumalıymışım diye zira ağırlıklı olarak 1-4 yaş çocuk gelişimi hakkında teknikler sunuyor. Bir anda ağlamaya başlayan ve o anda neden sakinleştiremediğimizi düşündüğümüz yumurcakları sakinleştirmede şaşırtıcı yöntemleri var. Kitabın yarısındayım şu an ama çok beğendiğimi söylemeliyim. Gerçekten işe yarıyor sanırım!!=) Çünkü ebeveynlerin deneyimlerini, yaşanan sıkıntılı süreci ve olumlu sonuçlarını da aktarıyor zaman zaman. Dünyayı onların gözlerinden görmeye başlayınca işler daha kolaylaşıyor aslında,biraz "empati".. İşin sırrı bu!!

    Demir'im de bu son zamanlar "4 yaş sendromu" içinde diyebilirim. Bu içinde bulunduğumuz yeni sendromumuz ise" by myself  four" Yeni bir sendrom ile karşı karşıyayız anlayacağınız. Mızmızlıklar falan azalmış durumda ama bunun yanında "benim dediğim olsun" diye direnmeye başladığı zamanların gitgide artıyor olması bayağı yıpratıcı. Ve işin en can sıkıcı ve yorucu kısmı ise bu direnen, dediğim dedik, inatçı olduğu zamanların  fazlaca zamanımızı ve enerjimizi alıyor olması, an geliyor tükeniyorum ve doğal olarak tahammül sınırlarımı zorluyor resmen. Bazen de hemen karamsarlığa kapılıp "Beceremiyorum ben bu işi galiba" düşüncesine yeniliyorum hemen. =(

      Bu dönemin en belirgin özelliği ise "BEN KENDİM YAPARIM" cümlesinin sınırsız kullanımı şöyle ki aklınıza gelebilecek her şeyi kendi yapmak ister oldu bu son zamanlarda. Okula gidiyor olmasının da burada büyük payı var elbet. Orada çok şey öğreniyor elbette. Mesela kendi kıyafetlerini kendi giymek istiyor şu bir kaç gündür "Sen yardım etme anne.. Sakınnn!! Ben kendim giycem pantolonumu" derken o çabalamasını izlemeye bayılıyorum. Pantolonun orasını burasını çekiştiriyor giymeye çalışırken zıp zıp zıplıyor bir yandan da yukarıya çekerken =) Doğru şekilde giyiniyor artık üstelik yardımsız!!=) Bir yandan da gurur duyuyorum oğlumla. Sen ne zaman büyüdün kendin giyinecek kadar diye düşünüp duygulanıyorum!! Bu tip duyguların hepsini aynı anda yaşayabilen kişiye "anne" denir işte!!


 
 
     Evden çıkarken malum hava şartlarında dolayı kat kat giyinmek durumundayız. Off!! tam işkence diye buna denir. Palto-bere-atkı-eldiven dörtlüsünden biri eksik olmasın, aman!! üşümesin hasta olmasın diye çırpınıyoruz resmen babamızla!! Kışın kat kat lahana gibi giyinmek yoruyor adeta. Paltosunun fermuar kısmı bayağı zorluyor ama -ben bile zorlanıyorum yaparken takılıyor bir şekilde delirmemek elde değil- hala pes etmedi ama; işin kötü tarafı asla yardım kabul etmiyor olması!!=((  "Kendim yapacağım ben bebek değilim" derken çok ciddi kaşlar hemen çatılıyor!!! "Demir'im anneler her zaman birazcık da olsa yardım edebilir, ne güzel giydin bak tabii ki bebek değilsin" dediğimde "minicik"!! bir yardımı kabul ediyor neyse ki. Offff!! hele ki bir şeyi tam istediği gibi yapamasın "Ben bebeğim yapamadım işte" diye ağlıyor bazen de. Gel de çık işin içinden!!

    Saatlerce konuşuyorum bazen düşüncesinin yanlış olduğunu anlatmak için. Mükemmeliyetçi bir yapısı var ama ben bu düşüncenin pek de sağlıklı olmadığını düşünüyorum. Kendini üzüyor başka bir şey değil yani!! Hemen ilk denemesinde başarılı olmak istiyor; başarısızlığa tahammülü yok kızıyor, bağırıyor.( Kime çekmiş acaba?? diyeceğim ama maalesef ben kim olduğunu biliyorum!!) Değiştirmek istediğim tek özelliğim bu olsa gerek!!

     Her çocuk ve aile farklı; bunu kabul ettim. Böyle olunca da her çocuğun davranışı karakteri doğrultusunda veya yetiştirilme tarzı doğrultusunda birbirinden farklı olabiliyor ama genel olarak gördüğüm bir şey var ki bu yaş grubunun ortak özelliği olsa gerek "BEN KENDİM YAPARIM" tarzında cümleleri çok kullanıyorlar. 4 yaş civari çoğu çocuk diş fırçalama, giyinme, ayakkabı bağlama gibi eylemleri, anne babanın ufak yardımlarıyla başarabiliyorlar. 4 yaş sendromu da böyle birşeymiş anlaşılan..=))


Demir: Ben kendim yapacağım anne sen bana çok az yardım edersin tamam mı?
Annesi: Tamam benim canım oğlum..=)


Bebeğim, minik oğlum büyüyor ve buna şahit olmak beni çokkkkkk mutlu ediyor, heyecanlandırıyor ve duygulandırıyor.=))


18 Şubat 2015 Çarşamba

Şiddete son ver!!






    İçimden bir şey yazmak ve paylaşmak gelmiyor birkaç gündür. En son yazım "Özgecan" başlıklı yazımdı. Hepimizi derinden etkileyen, sarsan bir haftanın sonunda bu konuda ne gibi önlemler alınacağını gerçekten merak ediyorum. Eğitim şart diyoruz ama bunun yanında kadına şiddet uygulayanların arasında bir çok meslek grubundan erkek var. Avukat, doktor...vs!! Meslek sahibi olup, adam olamayanlardan bahsediyorum. "Okumamış, cahil adamdan ne beklersin?" diyemediğin bir kesim de var maalesef. Okumakla, eğitimle bitmiyor iş.. Kafa yapısı arızalı!!! Değişmesi gereken  ama nedendir bilinmez bir türlü değiştiremediğimiz ( her türlü hakkı kendisinde buluyor çünkü ben erkeğim demesi yeterli ) bu "arızalı kafalar" nedeniyle yaşanılan acılar. 


     "Ben ve kardeşim gerçekten şanslıymışız" demek ne kadar tuhaf geliyor bana. Sevgi dolu bir ailede büyüyebilmemizin, her zaman bana ve kardeşime her konuda destek olan anne ve babamız olduğunu, her zaman onların desteğini sevgisini hissettiğimizi söyleyebilmem -zaten her ailede olması gereken bu olmalıyken - "şanslıymışım" demek işte bu yüzden tuhaf gelir bana. Bu bir şans mıdır?? Her çocuk mutlu sevgi dolu bir ailede büyümelidir. Bu bir seçim olmamalıdır. Sevgiyi hissedemezse nedir bilmezse, bilmediği bir şeyi de paylaşamaz haksız mıyım? Sevgisiz şiddet dolu bir ortamda büyüyen çoğu çocuk büyüdüğünde gördüğünü, en iyi bildiğini uygular. Örneklerini görüyoruz hepimiz.


     Özgecan' ın katilinin annesi, ve eşi konu ile ilgili açıklama yapmışlar. Olup bitenden son derece üzgünler elbet. Biri anne, diğeri eş olan iki çaresiz kadın... Annesi hem kendisinin hem de çocuğunun, eşi tarafından yıllarca şiddet gördüğünü anlatıyor ağlayarak. Anne zaten mağdurmuş. Kendini koruyamadığı gibi ne yazık ki evladını da koruyamamış o babadan.. "Oğlumun böyle bir şey yapacağına inanmadım ama babası da yanındaymış dediklerinde inandım" diyor. Babanın böyle bir şey yapabileceğinden emin kadın.. Ne kadar korkunç bir durum bu!! Aklım almıyor. Katilin eşi desem yine bir şiddet mağduru kadın daha. "Evlendiğim güne lanet olsun" diyor. Kadın zamanında boşanmak isterken zorla engellemiş tehditlerle!!! Çocuğun babadan gördüğü, öğrendiği şey "şiddet" olursa gün gelir kendi eşine de uygular, başka kadınlara tecavüze kalkışır hatta katil bile olur. Sonuç ortada!! Sevgi içinde büyüyebilmeyi bırakın bunun aksine, babasından şiddet gören o kadar çok kadın ve çocuk var ki, ya da annesine, babası tarafından şiddet uygulandığını gören ve bu korkunç olaya maruz kalan minik bedenler. O kadar kırılgan, saf ve temizler ki çocuklar; nasıl bu kadar gaddar olabiliyorsunuz da bu tertemiz yüreklere bu acıyı yaşatabiliyorsunuz anlayabilmiş değilim. Aile içi şiddet suçtur bunu asla unutmamak gerekir ve herkesin şiddetten arınmış bir yaşam sürdürme hakkı olduğu bilip tüm kadınların bu konuda bilinçlenmesi gerekir.




- Babanın kollarını neden çizmedin Mehmet??
 
  - Annemi dövmesin diye öğretmenim..
 
KADINA YÖNELİK ŞİDDETE HAYIR!!!!!
 
 
 
 
 

Not: Utanacak olan biz kadınlar değiliz; şiddet uygulayan, taciz eden, kendini "adam" sanan zavallı mahlukatlar utansın!!

15 Şubat 2015 Pazar

Özgecan...







    Özgecan'ın yüzü bir an olsun aklımdan çıkmıyor. Gözlerim doluyor, boğazım düğümleniyor. İzlediğim vahşet dolu bir filmin sonunda çok etkilenip kendimi çok kötü hissettiğim anlarda, kendimce şöyle düşünürüm; sanırım kolay etkilendiğimden, olayların etkisinden kurtulabilmek için "Bu olaylar gerçek değil, hepsi birer kurgu.. Film bu.. kaptırma kendini yine, kendine gel." Yine aynı şeyi yapıp "Film bu saçmalama.. kendine gel bu kadar kötü kalpli insanlar olmaz olamaz" diyemiyorum şimdi.

    Gencecik, pırıl pırıl bir kızın, o gülen masum yüzü bir an olsun aklımdan çıkmıyor çıkamıyor!!! Bu sefer her zamankinden daha fazla korkuyorum; çünkü bu gerçek!! Hem de fazlasıyla gerçek!!!

 Konuyla ilgili bir alıntı yapacağım.. Benim hislerime tercüman olmuş bu kişiyi tanımıyorum ama her kelimesi ve her cümlesine yürekten katılıyorum..


 ****

     Türk kadınlarının neden sokaktaki herkese potansiyel tacizci ve tecavüzcü olarak bakması, hep önlem alarak dolaşması gerektiğini bir kez daha, çok net bir biçimde kanıtlayan olay. münferit değil, bazılarının iddiası gibi "dönyonun hör yöröndö oloyor" da değil, bu olay en çok senin ülkende oluyor hemcinsim, çok sık aralıklarla oluyor hem de, merak ediyorsundur diye söylüyorum yapanlar cezasını filan da bulmuyor. bulamaz, çünkü burası tüm ortadoğu gibi (ne oldu? sen nişantaşı'nın, kadıköy'ün, izmir'in varlığına güvenerek burayı bir avrupa ülkesi mi sanıyordun yoksa? burası tam teşekküllü, rezil ve kepaze bir ortadoğu ülkesidir) erkekler için bir suç cenneti, kadınlar içinse ölmeden cehennem.


   Özgecan'ın katillerine ne yapılmasını istediğimi yazının sonuna saklıyorum, "ay ben çok hümanistim yaaa, cezalar suçluyu topluma kazandırmak için var olmalı tamam mı? üfff çok vahşisiniz :((" diyen varsa şimdiden s..... gitsin, kimse klavyesinin üstüne kussun, katile empatik hassas duyguları incinsin istemem.


Burası bir tecavüz, taciz ve cinayet ülkesidir.



"Açık giyinmeseler tecavüze uğramazlardı" diyen, 10 kuşaktır akraba evliliği yapıp hamurla beslendiği için beyni tecavüz suçunu "açık, cehennemlik " kadına yükleyebilecek kadar küçük olan yaratığın tahayyülünün aksine, giyiminden kuşamından bağımsız olarak plan yapıp evine internet bağlamaya diye giren bir cani tarafından tecavüz edildikten sonra öldürülebilirsin, tıpkı Fatma nur çelik gibi.


Henüz 11 yaşında, ormanlık bir alanda tecavüze uğrayıp başına sert bir cisimle vurulmuş olarak bulunabilirsin, fakat evinde yapılan incelemede salon duvarına kılıf içinde kuran-ı kerim asmış olduğu için suçlu olması çok şaşırtıcı bulunan katilin senin hakkında "bana gülümseyince o da istiyor zannettim" diyebilir, çünkü burası 11 yaşındaki çocuğun gülümsemesinden tahrik olan, zaten hayatı boyunca da iğrenç bir "göğüsleri yeni çıkmış kız" vaadiyle uyutulan o..... çocuklarının harman olduğu yerdir.


Yani sen 3 tarafı denizlerle çevrili, tüm dünyanın üzerinde oyunlar oynadığı, kimsenin çekemediği bu tükürdüğümün ülkesinde, daha da bok çukuru bir hale gelmiş yeni Türkiye'de kadınsan, şaşırtıcı olan tecavüze uğraman, yakılman, parçalanman değildir, asıl her gün ruh ve beden bütünlüğün bozulmadan nasıl okula, işe, gezmeye gidip gelebildiğindir, cinsel ilişkiyi reddettiğin için kocan tarafından tecavüze uğramamandır.


Sabah bir reality show'da yine "efendim ceza suçludan intikam almak için değil suçluyu topluma kazandırmak için olmalıdır blablabla" diye ötüyordu birileri. topluma kazandırmak? ulan hümanizmine sıçtığım, bir kıza toplu halde tecavüz edip sonra "başımıza bela olmasın da hayatımıza güle oynaya devam edebilelim" diye yakmaya kalkan, yetmedi suya atan canavarların nasıl bir geri kazanımı olabilir? beynini komple mi alacaksın, çip mi yerleştireceksin, elektroşokla o güne kadar biriktirdiği boka benzer varoluşu, kurtlanmış zihniyetini silip yerine yenisini mi koyacaksın?



Cezanın amacı suçluyu topluma kazandırmakmışmış, çıldırtmayın lan beni, gören de 16 yaşında hırsızlık yapan ergen çocuktan bahsediyorlar sanacak. sen kokmuş balığı, küflenmiş yemeği eski haline çevir, işte o zaman gel benim suratıma tükür "aha işte bak geri kazandım" diye, çünkü o ihtimal aynen bu kadar. haa ama topluma kazandırma ayağına yıllarca beleşten yedirip içirip yatırdığın tecavüzcü katil dışarı çıktığının daha ilk haftasında benzer bir suça yeltenirse ben de gelip senin suratına tükürürüm, ve bu ihtimal o kadar yüksek ki tükürüğümle boğarım seni.


Özgecan ne yapsak geri gelmez, ne yapsam onun yaşadığı o acı dolu saatleri, fiziksel ve ruhsal işkenceyi, korkusunu geri alamam, kim bilir ne kadar çırpındı, ne kadar yalvardı, canı nasıl acıdı, ölürken aklından neler geçti, ne çok ağladı. düşünün bir, hala topluma kazandıralım diye ötecek olan varsa çocuğunun başına gelmesini filan değil, bizzat kendi başına geldiğini tahayyül etsin bu caniliğin. kadın - erkek fark etmez, o minibüsün içinde saatlerce çırpındığınızı, korktuğunuzu, kıvrandığınızı, yalvardığınızı, çığlıklar attığınızı, anne babanızın nasıl kahrolacağını düşündüğünüzü düşünün, buraya yazmak istemediklerimi düşünün.



Düşünün ve bilin ki bunun cezası kısasa kısastan da öte olmalı, kimse basit bir idamla gitmemeli, ölmek için yalvaracak raddeye getirilene kadar işkence görmeli , beyni burnundan akıtıla akıtıla, yalvartıla yalvartıla, yavaş ve acılı bir ölümle bu dünyadan temizlenmelidir. temizlenmeli ki dışarı çıktığında bir Özgecan'ın daha canını yakamasın, onun annesinin babasının canına ateş düşüremesin.


****


     Yazının devamı da var ama bu cümlelerin her bir kelimesi durumu özetlemeye yeter de artar bile!! Kadınlara yönelik bu şiddet ve vahşet dolu olaylar artmış durumda. Hem kendimizi hem ailemizi hem de evlatlarımızı - bu dünyada ki en sevdiğimiz varlıkları - korumamız gereken bir dünyada yaşıyoruz. Karamsarlığa kapılıp korkmuyorum desem yalan olur. Korkudan titriyorum hatta bu son yaşananları düşününce. Bende bir erkek annesiyim ve oğlumu yetiştirirken bu konuda çok ama çok hassas olmam gerektiğini biliyorum; üzerime düşen sorumluluklarımın da farkındayım çünkü erkekleri yetiştirenler ve üzerlerinde maksimum etki bırakanlar özellikle anneler.


   Geleneksel toplum yapımız erkekleri sürekli pohpohlayan bir yapıda maalesef.  "Paşam, Aslanım..vs" gibi kelimelerle yere göğe sığdıramıyoruz erkek çocuğunu. Hesap sorulmaz bir kere erkeğe.. Ne isterse onu yapar zira "elimin kiri" demek yeterlidir çünkü. Öte yandan kız olarak dünyaya gelenler  1-0 yenik başladılar zaten bu hayata. Büyüyüp kadın olabildik başımıza bir felaket gelmeden; şanslıymışız meğer.. Taciz olaylarıyla karşılaşmamış kadınlarımızın, kızlarımızın sayısı yok denecek kadar azdır bizim toplumumuzda. Genç kızken, hatta üniversiteye giderken bile - yalnızsam eğer - servisten iner inmez sürekli hızlı adımlarla yürürdüm. Tedirgin olduğum ve sürekli arkama baktığım zamanları hatırlıyorum hala. Ülkemizde kadın olmanın zorluklarını yaşamadım diyen kimseye inanmam ne yazık ki!! "Kadınlar da insandır tabii" diyen geri kalmış örümcek beyinlilerin olduğu bir toplumda "kadın" olmaya çalışıyoruz işte. Böyle gelmiş böyle gitmeyecek.. Biz annelere çok büyük işler düşüyor. Bu örümcek beyinli, hastalıklı zavallı insanları yetiştirenler de yine birer "anne" çünkü.



Mekanın cennet olsun Özgecan..Allah anne ve babasına ve tüm sevenlerine sabırlar versin.



Not: Paylaştığım yazı da rahatsız edici bir kaç kelime (küfür) var. Yine de silmeden orjinaline bağlı kalarak paylaşmak istedim. Anlayışınız için teşekkür ediyorum..









14 Şubat 2015 Cumartesi

14 Şubat ..









Beklenen "Sevgililer Günü" sonunda geldi. Sevgiliye alınacak hediyeler, sürprizler derken herkesi almış bir telaş. Kolay değil bugün büyük gün!!!! Peki işin aslı nedir? Yani ilk kim neden demiş "Bugün 14 şubat "Sevgililer Günü" olsun hepimize hayırlı olsun" diye. Bu olayın hikayesi ne acaba?? Bende merak ettim ve sizinle küçük bir bilgi paylaşmak istedim günün anlam ve önemine dair! =)

Sevgililer Günü, her yılın 14 Şubat günü birçok ülkede kutlanan özel gündür. Kökeni, Roma Katolik Kilisesi'nin inanışına dayanan bugün, Valentine ismindeki bir din adamının adına ilan edilen bir bayram günü olarak ortaya çıkmıştır. Bu sebeple bazı toplumlarda "Aziz Valentin Günü" (İngilizce: St. Valentine's Day) olarak bilinir. Romantik aşk ile Valentine arasındaki bağlantı tarihi dokümanlarda hiç geçmemektedir ve kimi tarihçilere göre sadece bir efsanedir. Valentine'nin onuruna kutlama günü, 14 Şubat 496 yılında Papa Gelasius tarafından ilan edilmiştir. 1969 yılında kilise takviminden Aziz Valentine gününü çıkarmıştır.Valentine kelimesi, Batı medeniyetlerinde hoşlanılan kişi veya sevgili anlamlarında da kullanılır.

Günümüzde, bazı toplumlarda sevgililerin birbirine hediyeler aldığı, kartlar gönderdiği özel bir gün olarak devam etmektedir. Tahminlere göre 14 Şubat günü, tüm dünyada 1 milyar civarında kart gönderilmektedir.Bunun yanı sıra hediye alımlarından kaynaklı piyasada satışlar artmaktadır.

Sevgililer Gününün duyulmasını ve çoğu insan tarafından kutlanmasını sağlayan şey Massachusetts’ den Esther Howland ilk sevgililer günü kartını basmasıyla oldu.
1847 yılında dantel süslemeli kartları seri halinde üretip, babasının kırtasiye dükkanında satmaya başladı. Kartları o kadar çok beğenildiki ticari hayatında iyi iş yaparak emekli oldu.


***

Aslında biz de bu günü kendimizce kutlar olmuşuz zamanla. Ülkemizde de son senelerde yoğun olarak kutladığımız bir gün oldu "Sevgililer Günü". Bugünün çıkış noktası bir yana ben bu günün "sevgi günü" olmasından pek de şikayetçi değilim. Bunun yanında mağazalar tarafından desteklenen, milyarlarca lira reklam parası harcanıp insanları daha fazla tüketici olmaya alıştıran bir organizasyona dönüşüyor olduğu görmek ise hem üzücü hem düşündürücü. Bu günün bizim kültürümüze aykırı  olduğunu düşünerek tamamen karşı insanlarda var. Ben o kadar katı düşünmüyorum ama kendini kaybedercesine para harcayan  ve gösteriş yapacağım diye kendi parçalayan kişilere karşıyım. Ne yazık ki her şey biraz gösteriş olmuş durumda. Sevgililer Günü altında yapmacıklığın varacağı son nokta. Sevginin olduğu her yerde varım elbet, sevgi bir gün değil 365 gün klişesini de yazmazsam olmaz ama insanların bu tüketicilik dahilinde çok fazla manipüle edildiğini düşünüyorum.

Sevgilim, her şeyim, Demir'im ile bizde dün küçük bir uçan balon aldık; konsept sevgi olunca üzerinde "seni seviyorum" yazan balonumuzu evimizin bir köşesine koyduk. Ne yalan söyleyeyim biz kadınlar daha çok seviyoruz bu tip günleri; kalpleri, balonları... Çok daha romantiğiz falan filan..=) Aslında romantizm çoğu erkeğe göre değil istisnalar var elbet, hatta ‘Sevgililer Günü’ çoğuna göre bayağı anlamsız. Erkeklere kalsa doğum günü gibi daha özel bir günü kutlamak bile gereksiz neredeyse!! Eeeee!! durum böyle olunca mağazaların ve reklamların hedef kitlesi çoğunlukla biz kadınlar oluyoruz.

Diğer yandan Uzmanlar, sevgililerin birbirlerine sürprizler yapmasını, güzel sözler söylemesini, armağanlar almasını, anılarla dolu hoş ortamlarda eğlenilmesini öneriyormuş.

Psikiyatrist Nihat Kaya ise , 14 Şubat Sevgililer Günü’nün insanların sevgisini, aşkını bir daha hatırlaması, diğer günlerde ihmal ettiği ilgisini bugünde ortaya çıkarması, varsa yanlış ve hatalarını telafi etmesi, sevgisini pekiştirmesi açısından anlamlı olduğunu düşünürken bu günü farklı bir bakış açısıyla değerlendiriyor. Daha pozitif olmaya çalışmış sanki.=)

Herkesin düşüncesi, bakış açısı farklı ama ortak nokta sevgisiz ve aşksız bir dünyanın olamayacağı... Kimsenin sevgisiz kalmaması dileğiyle!!


Herkesin Sevgililer Günü kutlu olsun!!


12 Şubat 2015 Perşembe

Karlı bir güne merhaba!





Demir'im annesiyle!!


    Karlı bir güne uyandık yine! Her yer bembeyaz.. Kar yağdı mı ulaşım gerçekten zor oluyor resmen kabusa dönüyor yine de ben çok seviyorum bu buz gibi karlı günleri! Yalnız hava ciddi anlamda buz! Hem soğuktan hem de hava şartlarından dolayı eve tıkılmış bir anne - oğul ikilisi ciddi anlamda sıkılmış durumda olduğundan; dün hadi biraz hareket diyerek gidip kardan adam yapalım dedik ( felaket soğuya rağmen); hatta anneannemiz, babaannemiz ve de dedemiz de bu etkinliğe katılmaya geldiler.. Ama ne mümkün o kadar soğuk ki anca 10-15 dakika dayanabildik. Demir 'in sesi kısıldı gibi oldu geçen gece.. Eyvah! dedim hastalanmasa şimdi, zaten gözü rahatsız bir yandan da hastalık çıkarmasa başımıza.. Babamız zaten üşütmüş hasta o yüzden eve bir hasta yeter de artar bile. O nedenle karın keyfine varamadık!! Olsun buna da şükür!!=)  (Bu arada gözü daha iyi, damlalar işe yarıyor). Soğuk nedeniyle kardan adam yapma hayalimiz suya düştü.



 
 Demir'im babaannemiz , dedemiz ve anneannemiz ile.. =)
 
 
 
 
 
    Her yerde kar varsa eğer; Go outside!! Bayılıyorum!!
 
 
 
 
 
Demir'im ve ev yapımı kardan adamı!!


    Benim bu son zamanlarda ellerim iyice hassaslaştı acayip üşüyor ve de resmen sızlıyor kar topu oynarken ya da eldiven konusunda başarısız seçimler yapıyorum. Bu arada her şeye rağmen kardan adamımızı yine de yapmaya karar verdik. Nasıl mı? Dışardan eve kar getirdik - evet doğru duydunuz =) ve bir kabın içine koyduk. Sıcacık bir ortamda minik bir kardan adam yaptı Demir dedesiyle; çok da güzel oldu..=) Kardan adamlar sıcağı sevmez ya hemen eriyiverdi ama! =) Biz de çareler tükenmez anlayacağınız; hele bir de anneysen eğer her duruma ve ortama göre bulacaksın hemen bir çare!!

    Kimilerimiz şu anki hava şartlarından şikayet ediyor ama kimilerimiz romantik buluyor mesela ben!! (hem de çok) Soğuğa karşı dayanıksızımdır aslında, iki saniyede hemen donarım. Ama gece oldu mu, gökyüzünün değişen ve kırmızı-kızıl olan o rengine ba-yı-lı-yo-rum!! Şu bir kaç gündür istisnasız her gece dedim ki; Demir'i uyuttuktan sonra aşağı inip yürüyeceğim kızıl gökyüzünün altında. Ama ne mümkün, ya gün sonunda yorgunluktan bayıldım ya da bayılmadan önce Demir'i uyuturken direk  sızdım. Kısmet olmadı bir türlü. =( Babamız da hastaydı bir kaç gündür; sen uyut ben çıkıyorum da demedim diyemedim =(( Bugün bakalım bu hayalimi gerçekleştirebilecek miyim?? Anneysek eğer çok basit dileklerimiz bile hayal oluyor. Biraz hava alıp yürüyebilmek bile gerçekleşmesi çokkkkkk güç bir dilek oluveriyor.

   Hatırlıyorum da Demir bebekken, onunla evde yalnızken, yemek yedirme seanslarından birinde üstüm başım saçım her yanım batmış bir şekilde çıldırmak üzereyken ve DUŞ  AL-MA-LI-YIMMMM! diye delirirken fark ettim ki, o an "duş alabilmenin"  hayalden öteye gitmediği imkansız ötesi bir olay olduğuydu. =(((  En azından ben beceremedim. Şimdilerde ne yapıyorum; daha mantıklı düşünüp, evde yalnızsam eğer ve kesinlikle "duş almalıysam" onu da yanıma banyoya dikiyorum. Banyo halısının üstüne oturup yanına aldığı bir kaç oyuncak ile oynuyor. Camdan içerisi görünmesin diye ( bu aralar meraklı meraklı bakışlarını yakaladım ) içeriyi iyice buhar yapıyorum ben kendimi bile göremiyorum.. Bana kalırsa nefes alabilmem bile mucize. Şampuanlar neredeydi acaba?? =) Keyifle banyo yapmak ne mümkün, resmen "şip şak" duş alıyorum iki saniyede ama yine de benden mutlusu yok. Karlı günlerden bu konuya gelmeyi nasıl başardım doğrusu bende anlamadım..=)

    Annelik böyle bir şey işte bir konu hakkında konuşurken bir bakmışsın "ben bu konuya nereden geldim" dersin. Konuşacak ve dertleşecek çok şey var anlayacağınız. Aslında annelik konusuna dışardan bakınca, bu mevzu sadece buz dağının görünen kısmı gibi görünür çoğu kişiye her zaman sevgi kelebeği olan bir kadın ve tozpembe bir dünya; o gördüğün sadece büyük bir bütünün küçücük bir kısmıdır aslında, ama anne olduktan sonra anlarsın ne demek istediğimi!! Daha derin kocaman sorunlarla karşılaşırsın ama bu sorunların yanında mutluluklar da kocamandır; en güzel yanı da bu değil mi? "Annelik her zaman tozpembe değil aksine rengarenk" diyen bir annenin bu sloganı resmen her şeyi özetliyor. Nokta!!! =) Buzlardan bahsetmişken konuyu toparlayayım dedim biraz ve gelelim soğuk havanın bilinmeyen faydalarına...=)) Say say bitmezmiş meğer! Demir sıkıntıdan bana sardı şu an.. Rahat bırakmadığı gibi bir de eşofmanımın ponponunu neden rahat bırakmıyorsun oğlum?? Yazımı tamamlayıp kaçıyorum..=)

 Demir'in annesi kaçar!!


Kilo vermeye yardımcı

Soğuk havalarda vücut ısımız düşer; yükseltmek içinse vücut daha fazla kalori yani enerji yakar. Bu sayede soğuk havalar kilo vermeye yardımcı olur.



Metabolizmayı güçlendirir

Soğuk odada uyumak, metabolizmayı güçlendirir ve sabahları daha dinç uyanmanıza yardım eder.



Damarları güçlendirir

Soğuk hava, damarları ve kan akışını güçlendirir. Eğer daha aktif dolaşım sistemine sahip olmak istiyorsanız, soğuk havada yürüyün.



Tarçınlı salep içeriz

Soğuk günlerin sıcak içeceği tarçınlı salepsiz bir kış düşünebilir mi? Cinsel gücü artırmaktan öksürüğü gidermeye kadar pek çok faydası bulunan salep, soğuk havaların bize hatırlattığı muhteşem bir içecektir.



Anında yeniler

Sıcak odada gevşemiş ve parmağınızı kıpırdatacak gücü bulamazken anında yenilenmek için hemen soğuk havaya çıkın; farkı göreceksiniz.



Daha çok çalıştırır

Hava güzel olduğunda aklımızda hep dışarı çıkmak, sahilde olmak ve eğlenmek vardır ancak soğuk havalarda dışarı çıkmak bize ürkütücü gelir ve daha çok çalışmaya odaklanırız.



Kestane pişiririz

Sadece kış mevsiminde bulabileceğimiz kestane, soğuk günlerin bize armağanıdır. İsterseniz, fırında pişirin isterseniz iç pilavınıza ekleyin, eğer imkanınız varsa közde pişirip kestanenin tadına varın!



Eldiven ve bere takarız

Sadece kışın kullanabildiğimiz eldiven ve berelerimizi soğuk havalarda doyasıya kullanabiliriz. Saçlarınızı şekillendirme derdine düşmeden bere takın.

(İşte bu gerçekten doğru bir tespit!! Kurtarıcı bir berem var benim! =) Demir'i sabah erkenden servise bindiriyorum ya oradan biliyorum.)



Depresyondan korunabiliriz

Kış mevsiminin devamlı ertelenen sosyal aktiviteleri gerçekleştirmek için uygun olmadığını düşünmemek, mevsim şartları ne olursa olsun planlanan etkinlikleri gerçekleştirmek zihni depresyondan koruyor.



Daha çok film izleriz

Soğuk günler, insanın kendine daha çok vakit ayırması anlamına da gelir. Evde kalıp ya da sinema salonuna gidip daha çok film izleyebiliriz. Oysa yaz öyle mi, hep dışarıda hep dışarıda!

 (Okulların kar tatili nedeniyle kapalı olması durumunda yapılamayacaklar listesinin bir numarası bence!!!)



Kitap okuyabiliriz

Ne demiştik: kış mevsimi insanın kendine daha çok vakit ayırmasıdır. İşte, soğuk havaların bir başka faydası da battaniyeyi üzerimize alıp kitap okumak ve yeni dünyaları keşfetmektir.

(Okulların kar tatili nedeniyle kapalı olması durumunda yapılamayacaklar listesinin iki numarası da bu tespit! Üç numara aranıyor!!!! )



Bakış açısını değiştirir

“Kötü hava yoktur, hava kötü kıyafet vardır” sözünü aklımızda tutarak soğuktan korkmamayı öğreniriz. Bu tıpkı hayatımızdaki zorluklara benzer; oysaki zor olan mücadele etmek değil donanımsız olmaktır.



Sıcak bitki çayları içeriz

Soğuk günlerde içimizi ısıtacak tarçınlı, karanfilli, beyaz çaylı bitki çaylarını daha çok tüketiriz. Bu hem formumuzu korumamıza yardımcı olur hem de hoş kokularıyla bizi mutlu eder.



Kar topu oynayabiliriz

Çocukluğumuza dönüp sağa sola koşturup kar topu oynayabiliriz; hem bu sayede hareket edip daha çok kalori yakarız.



Kayağa gidebiliriz

Havalı bir kış tatiline kim hayır diyebilir ki? Kartalkaya, Kartepe, Palandöken, Erciyes ya da yurtdışında kayak yapmak ancak soğuk havalarda mümkündür.



Küçük dostlarımızı unutmayalım

Soğuk hava biz insanlar için faydalı olsa da kuşlar, kedi ve köpekler için değil… Lütfen, küçük dostlarımızı unutmayalım. Onlar için karton kutudan evler yapalım, mama veya yemek bırakalım; yerimiz varsa evimize alalım. Hiçbirini yapamıyorsak, barınaklara bağışta bulunalım.

!!!!!!!!!! Çok çok önemli =((



Ailemizle yakınlaşırız

Soğuk havalarda evde daha fazla vakit geçirmek zorunda kalırız; bu sayede ailemizle, sevdiklerimizle bir arada olur ve daha çok aktivite gerçekleştiririz. Tabu veya kağıt oyunları oynamak, evde birlikte egzersiz yapmak gibi…



Taptaze portakallar yeriz

Soğuk havaların başka bir faydası ise portakalları olgunlaştırmasıdır. C vitamini deposu ve mis kokusuyla tüm evi kaplayan portakal, en güzel haliyle soğuk havalarda karşımıza çıkar.



Daha fazla balık yiyebiliriz

Soğuk hava balıkları yağlandırır ve tatlarının daha güzel olmasını sağlar. Bizse, sağlıklı yaşam için mutlaka balık yemeliyiz; işte soğuk havalarının başka bir faydası: birbirinden lezzetli balıklar!



Herkese mutlu karlı günler!! =)

















10 Şubat 2015 Salı

Kung Fu Panda mı oldum ben?!?!







      Aslında dünden belliydi de ben üstünde durmak istemedim geçer inşallah, belki tahmin ettiğim şey değildir diye; ama akşama doğru maalesef kendini iyice belli eder oldu. Çapaklanma ve kızarıklık arttı ve tahminimde yanılmayı ne kadar istesem de kaçınılmaz son yine "Konjonktivit"!!!! Çocuklarda en sık  rastlanan göz hastalıklarından biri, ellerinin temizliğine ne kadar dikkat etsek de; mikrop bir şekilde gözlerine bulaşmayı başarıyor.=(

     Önce sol göz hafif kanlanmaya başlamıştı ve hafif şişti ve kısıldı diğerine göre; diğerine de bulaşmasın diye elimizden geleni yaptıysak da başarılı olmadık akşama doğru sağ gözde de başladı klasik belirtiler. Hafif kaşıntının dışında pek bir şikayeti yoktu ta ki yatana kadar. Gece bir an uyandım daha doğrusu Demir yanımızda uyuyordu ve nasılsa sıkıntısını hissettim resmen. Gözünü açmak isterken açamayınca paniğe kapılmış doğal olarak; iki gözde tamamen kapanmış ve şiş!!

    Yatmadan önce göz petlerini sıcak suyla ıslatıp gözlerini hafifçe silmiştim çapaklar rahatsız etmesin diye ama yine de gecenin bir yarısı sıkıntıyla uyandı işte çocuk.. Neyse hemen yine ılık suyla sildim gözlerini ( gözlerini açamayınca korttu, böyle mi kalacak gözlerim diye.) Gözlerini açabildiğini görünce rahatladı bıdığım ama offf!! ne sinir bir olay bu çapaklanma.. Sonra hemen uyuyamadı uykusu iyice açıldı tabii. Anne bana masal anlatsana demez mi? Gece 3 ya da 4 civarı ne yaparsın? Masal anlatırsın senin de gözlerin yavaş yavaş kapanırken... Gözler şişmiş ve çizgi halindeyse masalımızın kahramanı Kung Fu Panda olsun o halde!!=)

      Kung Fu Panda sabah uyanınca okula gidemeyeceğini öğrendi ya bir mutlu bir mutlu. Sabah yine aynı problemle karşılaşırız, gözler çapaktan açılmaz diye ben temkinliyim tabii. Ilık su hazır, göz petleri burada!! tamam hazırız!!Korktuğum kadar olmadı neyse ki, babamız işe gitti; bizde okulumuzu aradık, Demir gelemeyecek diye.. Sonra kahvaltı yaptık bıdığımla ve sıra geldi en büyük ana: Göz damlası zamanı! Eczane yol üzerinde olunca hemen aradım Zeynep teyzemizi damlamız bitti diye. Zeynep teyzemiz sağ olsun gelirken bize damlamızı aldı. Eczacı antibiyotikli bir damla verdi, bizim damlattığımız işe yaramazmış çünkü. Sabah öğle akşam iki göze de birer damla damlatacağız. Küçükken "çok kabus" olan şeyler büyüdükçe "az kabus" olabiliyormuş bunu da görmüş olduk!=))
  
    Daha 2 yaşındaydı ve aynı problemi yine yaşamıştık ama şu damla olayı tam bir kabustu. Birisi elini kolunu tutar bizim ki tepinir ağlar..fln (eminim her çocuk da olduğu gibi). Ne yalan söyleyeyim ben hala pek de sevmem şu göz damlası olayını (kendime damlatmak durumunda olsam). Bakalım, keyfi yerinde şu an Kung Fu Panda'nın, kaşıntı çok az ama gözler hala şiş ve kızarık!! Saçlar da uzadı iyice gözlerinin önüne gelmesin diye iki yana tel toka takmama ne demeli?? Ben kız değilim bana toka takma dediyse de bugünlük böyle.. Geçsin de çıkarırız tokaları!!=) Bu arada Konjonktivit hakkında kısa bir bilgi paylaşmadan olmaz.




 Konjonktivit, göz küresinin dış yüzeyi ve göz kapaklarının iç yüzeyini örten şeffaf zarın (konjonktivanın) iltihabıdır. Viral, bakteriyel veya alerjik olabilir. Konjonktivitin en önemli bulgusu gözlerde salgı artışı ve gözde kızarıklıktır. Salgılar su gibi berrak ve bol ise Viral veya alerjik; ince uzun ip gibi uzayan ve beyaz ise vernalis (bahar nezlesi) konjonktiviti; sarı yeşil, kirpikleri yapıştıran çapaklanma şeklindeyse bakteriyel konjoktiviti düşündürür.

            Bakteriyel konjonktivitler:

         Belirtiler: Ani başlangıçlı, gözlerde yanma, batma, kızarma, kirpikleri yapıştıran çapaklanma yapar. Her iki gözün de alt kapağı aşağı çekildiğinde iltihaplı gözdeki kapağın iç kısmı daha kırmızı görünür.
            Tedavi: İlaç damlatılmadan önce tüm çapakların gözden uzaklaştırılması gerekir. Steril göz petlerini serum fizyolojik veya kaynamış su ile iyice ıslatıp çocuğun gözleri silinebilir. Mikroplar gözden ele, elden de yine öze bulaşabileceğinden çocuğunuzun kullandığı havluyu ayırmanız veya daha iyisi kâğıt havlu kullanmanız; çocuğun ev halkının ellerini daha sık yıkamalarını sağlamanız, kapı kolu, telefon ahizesi, oyuncaklar gibi sık ellenen yerlerin sık sık silinmesi aile bireylerini ve çocuğun diğer gözünü korumak için alınabilecek önlemlerdir.
            Dikkat: Çocuğunuz Konjonktivit olduğunda kesinlikle yuvaya veya okula göndermeyin ve okulunuzu salgın ihtimaline karşı uyarın çünkü çocuğunuz da mikrobu henüz taşıyıcı haldeki bir arkadaşından almış ve belirtiler çıkana dek diğer arkadaşlarına bulaştırmış olabilir.
            Tedavi: Doktorunuzun uygun bulduğu ir antibiyotikli göz damlası ile tedaviye başlayın. Damlaları düzenli kullanmaya rağmen 4–5 günde düzelme başlamıyorsa, gözde şiddetli batma yanma ve ağrı oluyorsa bir el feneri ile gözlerindeki parlaklığı kontrol edin. Eğer bir göz diğerine göre daha az parlak görülüyorsa keratit (korneada iltihap ve hasar!) başlamış olabilir. Acilen bir göz doktoruna gidin.
            Adenoviral Konjonktivitler:
         Viral konjonktivitler bakteriyel konjoktivitlerin aksine antibiyotiklerden yarar görmezler ve çok daha fazla bulaşıcıdırlar. Bazı adenoviral enfeksiyonlar üst solunum yolu enfeksiyonlarından sonra gelişse de bu şart değildir. %60 hastanın her iki gözünde de birden ani gelişen kızarıklık, sulanma, kapaklarda şişlik görülür. Çapaklanma hafif olup su gibi berrak sulanma ve batma ön plandadır. Kızarıklık bazen kanama gibi de olabilir. Kulak önünde ve çene altında elinize gelen, dokununca ağrılı lenf bezesi de bulursanız çocuğunuzda adenoviral konjonktivit bulunma olasılığı yüksektir. Bu hastalık sadece göz zarlarını değil, kornea dediğimiz gözün saydam tabakasını da etkilediğinden tanı için mutlaka göz doktorunun görmesi gereklidir.
         Tedavisinde bilinen bir ilaç yoktur. Soğuk pansumanlarla rahatlatma önerilir. Hastalık 3–4 haftaya kadar uzayabilir ve çok bulaşıcı olduğundan izolasyon ve korunmaya çok dikkat edilmelidir.
        Herpes Simpleks Konjonktiviti ve Keratiti:
         Herpes simpleks dudaklarda uçuk yapan virüsün adı olup bu virüs gözde sadece zarları tutan konjonktivit değil keratit de yapabilir.
         Herpes virusları, sinirlerde uykuya dalan ve zaman zaman (stres, ateşli hastalık, iyi beslenememe vs vücudu zayıflatıcı durumlarda) uyanıp tekrarlayıcı enfeksiyonlar yapan korneayı tutarak iz bırakıp görmeyi olumsuz etkileyen mikroplardır.
Çocuğunuzun gözü etrafında cildinde de minik, öncesinde içi berrak sıvı dolu olup sonradan cerahatlenen minik kesecikler varsa, gözleri kızarık ise, gözde bulanık görme daha önce de oldu ise, çapaklanma ve çok sulanma şikâyetleri varsa göz doktorunuza mutlaka danışın. Çocuğunuzda yılda 1–2 kez hep aynı gözde, 1 hafta 10 gün süren bu tür enfeksiyonlar oluyorsa herpes simpleks konjonktivitinden şüphelenmek gerekir.
Alerjik Konjonktivitler:
En önemli belirtisi gözde geçici sulanma, kızarıklık ve kaşıntı olan bir göz hastalığıdır. Yaz aylarında çiçek tozları ve polenlere karşı ya da tüm sene boyunca ev tozu/ hayvan tüylerine karşı gelişebilir. Burun akıntısı, burunda kaşıntı ve hapşırık da eşlik edebilir.

9 Şubat 2015 Pazartesi

Ayak izlerini takip etmeden...






       İnsanlar ne yazık ki sevdikleri işi yapamıyor. Böyle olmasaydı eğer dünya daha güzel olurdu eminim. Etrafıma bakıyorum da çoğunlukla herkes şikayetçi, tükenmiş ve mutsuz. Pazartesi sendromu diye bir şey var; kabul ediyorum, bizim evde 4 yaşında ki minik de bile olduktan sonra...Ama sonrasında bu sendrom devam ediyorsa yani hafta sonu gelmek bilmiyor ve her sabah ayakların geri geri gidiyorsa bir yerlerde bir sorun var demektir. Çoğu işinden mutsuz kişiler, ya babasının yoğun isteği üzerine doktor oluyor ya da annesini kıramayıp aslında tiyatro okumak isteyip de onun yerine hukuk okuyor ya da resim yapmak isterken kendini masa başında buluyor. Sonuç olarak mutsuz bir doktor ,mutsuz bir avukat, mutsuz bir devlet memuru yanı başımızda. Nedense ebeveynler başaramadığı hayallerini kendi çocuklarının gerçekleştirmesini istiyor ve bundan da garip bir şekilde mutlu oluyorlar. Aslında doktor, avukat, sanatçı...vs olmak isteyip de olamadıysam eğer ve bu aslında benim hayalimse (çocuğumun değil)  ama bu hayalimi gerçekleştiremediysem, bu durumda çocuğum da ben istiyorum diye değil, kendi istiyorsa seçsin bu meslekleri. Çoğu anne-baba kendi yapamadıklarını gerçekleştirmek için çocuğunu fark etmeden zorluyor. "Ben olamadım o olsun!" diye düşünüyorlar. Tamam olsun ama istiyorsa olsun zorlayarak değil. Doğru yönlendirmek çok önemli fakat çocuğumuzu "yeteneklerini keşfederek" yönlendirmemiz onun ileride "mutlu" bir yetişkin olması için daha önemli.

      Bu alanda çalışma yapan psikolog Howard Gardner'ın çoklu zeka kuramı adını verdiği çalışmaları var. Bu kurama göre zeka; dil zekası, mantık-matematik zekası, beden zekası, mekansal zeka, müzik zekası, dışa dönük zeka, içe dönük zeka ve doğal zeka olmak üzere sekiz gruba ayrılıyor. Araştırmalar gösteriyor ki Gardner' a göre bilinenin aksine zeka sadece matematikte ve dilde değil; müzik, spor, sanat, dans, iletişim, doğa, resim gibi zeka bölümleri de var. Ve bu bölümlere de ilgi duyan ve kendini gösterme şansı bulan insanlar gerçek anlamda başarılı oluyor. Herkesin aynı ilgi alanları olmadığı gibi aynı mesleği seçmek durumunda da değil elbet.

       Bence her çocuk belli bir potansiyel ile doğuyor zaten; kimisi diğerine göre daha erken yürüyor ya da geç yürüyen diğerine göre daha erken konuşuyor; ama yine de biz ebeveynler çocuklarımızı kıyaslamadan duramıyoruz. Bende bu hatayı yaptım ne yazık ki!! Demir daha 1 yaşındaydı ama yaşıtı çoğu çocuktan daha fazla kelime biliyordu; fakat kelime haznesin aksine diğer bebeklere kıyasla emeklemeyi hep reddeden bir bebekti. Hiç emeklemedi; ben neden diğer çocuklar gibi emeklemiyor diye düşünürken, direk yürümeye başladı ama enteresan bir şekilde yürümeye başladıktan sonra kafasına estikçe de emekler oldu. Bir yürüyor bir emekliyor o an canı ne isterse yani. Her çocuk emekleyecek diye bir durum yok yani. Kimi çocuk 10 aylıkken konuşmaya başlıyor kimisinin 12 aylıkken çatal kaşık tutabilmek gibi gerekli ince motor becerileri gelişmiş oluyor. Tüm çocuklar farklı gelişimler gösterebiliyor yani.. Tüm çocuklar kendine özgü ve her birinin keşfedilmeyi bekleyen farklı farklı yetenekleri var. Çocuklarımızı bu yetenekleri doğrultusunda yönlendirmeliyiz işte. Demir daha sakin ve gözlemci bir çocuk daha bebekken bile öyleydi sanki. Onu parka ilk götürdüğümüz zamanları hatırlıyorum koşa koşa kaydırağa çıkmazdı mesela önce bir bakar diğer çocukları izlerdi sonra yavaş yavaş alışırdı ortama. Hoplayan zıplayan diğer çocukların aksine bizim ki "olgun bir abi" gibi kalırdı yanlarında, güvende hissettiği an kendini, işte o zaman rahat davranır koşup oynardı. Her çocuk farklı olduğu için bu gerçekten gerçekten hassas bir konu.

     Ebeveyn olarak benim yapmam gereken onu hep desteklemek, yeteneği olduğu alana ilgi duyması için belki biraz motivasyonda önemli tabii.( ilk etapta ilgi duyduğu alanı hobi olarak seçmek istemez ise) Babasıyla yapmamız gereken onu zorlamadan yeteneklerini keşfetmesini sağlamak ve de sonrasında ise tam destek!!!! Zaten zamanla o da bu alanda yetenekli olduğunu fark edecek ve sevecek gibi geliyor. Şimdilik iyi bir gözlemci olmaya çalışıyorum sadece çünkü daha çok küçük.. Bir gün ben Mars a gideceğim diyor diğer gün Legocu olacağım, başka bir gün itfaiyeci ya da inşaatçı olup bina yapacağım diyor.

Demir daha küçükken emziği bırakmaya niyeti olmayınca bir gün ucunu azıcık kestik (emdikçe rahatsız olsun diye) sonra baktı ememiyor tabii zamanla istemez oldu çok şükür!!!!! Üzülmedi dersem yalan olur memenin tadı gitmiş deyip durdu. Sen büyüdün ya o yüzden tadı güzel gelmiyor sana dedim bende. İkna oldu ama!! Ardan bir kaç gün geçti ki büyüyünce ne olacağına karar vermiş bizimki meslek çok ilginç ama "meme doktoru"...Sonra sordum "Niye meme doktoru olmak istiyorsun?" diye. Emziğin tadını geri getirmek içinmiş meğer benim gibi üzülmesin çocuklar demez mi... Bayağı bir süre "meme doktoru" olmak istedi ama benim miniğim.. Gel de gülme şimdi..=)) Ama en çok sevdiği oyuncaları şu an Legoları ve söylemeliyim ki gerçekten çok başarılı..=)) Sevdiği için başarılı zaten!!!! İlerde ne olursa olsun mutlu ve başarılı olması tek dileğimiz.

     Sonuçta ona vakit ayırıp onunla zaman geçirip yeteneklerinin de ne yönde olduğunu anlarsak ilgi alanı yönünde onu yönlendirebiliriz; belki çok iyi dans ediyor ritim duygusu var veya çok iyi yüzüyor ya da resim de çok başarılı ve ressam olmak istiyor. Bir aşçı ya da tiyatrocu da olabilir mesela. Kimi çocuk ise bilim alanında daha yetenekli ya da uzay bilimleri ilgisini çekiyor; kim bilir belki astronot olup uzay çalışmalarında önemli işlere imza atacak. Çocuklarımız başka ayak izlerini takip etmek yerine farklı bir yolda ilerleyip daha farklı bir meslek seçebilirler. Herkes şu ya da bu mesleği seçiyor diye popüler bir meslek yaratmanın anlamı yok! Buna kızıyorum zaten. Çocuğun mesleğinde mutlu ve başarılı  olabilmesi için en büyük etken kendi istediği ve ilgi duyduğu alanda yönlendirilmiş ve de bu konuda da destek görmüş olabilmesi; anca böyle mümkün olur sanırım. Ekonomik şartlar ne yazık ki çoğu zaman buna izin vermiyor. Çocuğun seçtiği mesleği beğenmeyen anne-baba ise çocuğu ciddi anlamda zorluyor. Sanat yönü çok güçlü çocuklar ne yazık ki  ebeveynleri tarafından daha fazla para kazanabilecekleri düşüncesi ile farklı mesleklere yönlendirilirken, zamanla bu yeteneklerini tamamen kaybediyor ve de gerçekten hiç bir alanda başarılı olamıyorlar çünkü mutsuz oluyorlar. Acı gerçek bu işte! Bence önce yapmamız gereken hayal gücü yüksek, ne istediğini bilen çocuklar yetiştirebilmek sonrası daha kolay galiba.


Ayak izlerini takip etmeden, kendi ayak izlerini yaratan; hayal gücü yüksek bilinçli çocuklar yetiştirebilmek dileğiyle!!


*Bu arada tam yazımın sonuna doğru, Demir'im gelip bugünkü yazımı sordu. Konusunu öğrendikten sonra da düşündü düşündü ve bugün de asker olmaya karar verdi!=)) Sen mutlu ol da gerisi boş!!=)



6 Şubat 2015 Cuma

Her kadın anne olmalı mı??


 
 
 

     Bu soru aslında bir kaç gündür aklımda; ama fırsat bulup yazamamak içim içimi yerken kısmet bugüneymiş. Aslında birkaç gün önce tesadüfen bir televizyon programında bu konuyu konuşurlarken duydum; doğal olarak konu annelik olunca ilgimi çekti; kim ne diyor diye. Yapılacak işlerim varken biraz beklesin dedim zira bu konu mühim.

     Kız çocuklarının oyuncak bebeklerle oynaması doğuştan gelen içgüdüsel bir duygu mu? Kendileri daha küçücükken birer minik anne olup, kendi oyuncak bebeğine, annesinin ona davrandığı gibi davranması; hayalinde yemek yedirip sonra uyutması.. gibi. Acaba içgüdüsel olarak büyüyünce "anne" olmak istediğimizden mi bu duygu küçük yaşlarda ortaya çıkıyor; ya da bir kız çocuğuna ne alınır deyip oyuncak bebek den başka bir şeyin aklımıza gelmemesinden mi kaynaklanıyor her şey.. Toplum mu yönlendiriyor acaba "sen büyüyünce anne olacaksın" diye.. Seçim hakkını kendisine bıraksak belki farklı bir şey ilgisini çeker, ne bileyim belki bir oyuncak araba ya da daha farklı bir şey!! =) İstisnalar var elbet oyuncak bebek ile oynamayı gayet sıkıcı bulup sürekli abisinin arabalarıyla ya da legoları ile oynayan küçük kızlar gibi..=) Durum böyle olunca her kız çocuğu büyüyüp kadın olunca yapacağı tek ve en önemli görevinin "anne olmak" olduğunu düşünüyor. Toplumun ondan beklediği tek kimlik bu oluyor sanki.

     Bir de doğurganlık yaşı diye bir durum var, ne yazık ki uzmanlar belli bir yaş aralığı veriyor (18-35  yaş civarı) ve bu yaş aralığı sonrasının ise anne-bebek için olumsuz etkileri olabileceğinden anne olmak için fazla geç kalmayın diye uyarıyorlar. Yaşımız ilerledikçe yumurta kalitemiz düşüyor ve sonuçta hamile kalabilme ihtimalimiz azalıyor. Erkekler için böyle bir durum söz konusu bile değil!!

    Anne olmak her kadının yaşamında birer dönüm noktası. Hamilelik yaşanan tüm güzel duygulara rağmen zorlu bir süreç. Sonrası da bir o kadar zor; altüst olan hormonlar, duygu değişimleri, kaçınılmaz sorumluluk duygusu...vs.. Say say bitmez! Bizler gerçekten güçlüyüz üstesinden geliyoruz. Nasıl mı?? Yaşanan her sıkıntıya rağmen onun tek bir gülümsemesiyle dünyaları unutuyoruz da ondan!! Çok sevip evlendiğin eşin ile bir parçan oluyor evlat; onun gelişiyle o baba sen de anne oluyorsun =)

     Birçok kavramı da beraberinde getiriyor anne olmak; sabır, özveri, sorumluluk, cesaret, hassasiyet, endişe, korku ve paha biçilemez mutluluk.. uzar gider böyle!

     Ben "Her kadın illa ki anne olmalıdır" demiyorum diyemem çünkü bunu  kendi istemeli hem de yürekten dilemeli ancak öyle olabileceğine inanıyorum. Yaşanacak zorlu süreçlerin üstesinden gelemeyeceğine inanıp, bebekten sonra değişen hayata alışamayacağından ve şimdiki hayatının değişeceğinden korkup bebek istemeyen çiftler var. Sorumluluk duygusundan ciddi anlamda korkuyorlar. "Yanlış düşünürsün ama kendince haklısın sonradan pişman olma da" demekten başka yol yok bazen. Çevresinde gördüğü tüm kadınlar anne oluyor diye bunu bir görev gibi hissedip ben de anne olmalıyım diye düşünmek büyük hata. Toplumsal baskı, çevresel faktörler çoğu zaman insanı etkileyebiliyor. Sonuç da ne olursa olsun önemli bir karar.


 Anne olmayı gönülden dileyen, isteyen her kadının bu duyguyu yaşaması dileğiyle!!

4 Şubat 2015 Çarşamba

Sıkıntılıyım anne!!!



Demir'im sabah uyanır uyanmaz "Bugün okul var mı?" diye sorar oldu. Benden "Evet var Demir'im hadi yavaş yavaş uyanalım mı?" cevabını duymak ise tam bir yıkım..=((  Sonrasında yaşananlar ise şöyle:

-Bu okul bitsin artık çok sıkıldım!! Sıkıntılıyım anne!!!

-Ben "Hulk" ( favori kahramanımız, nam-ı diyar "yeşil dev") olcam ve gidip, okula bir vurcam, okul yıkılacak!!

-Çok üzgünüm anne! Sende yataktan kalkma, beni giydirme.. Babam gitsin işe sen gitme!!

-Bizde keşke ağaç olsak da okula gitmesek!! (Ağaç aşkımız bitmez!!)

Gece uyumadan önce konuşuyoruz aslında "Demircim bak yarın okul var, tatile az kaldı ama" diye.. Yine de sabah uyanırken zorlanıyor; haklı da, sabahın körü ben zor uyanırken 4 yaşında bir çocuk nasıl uyanıp da hemencecik giyinmeye başlasın. Durum böyle olunca babamız da işi gereği erken çıkınca; uyandırma, giydirme, yedirme içirme ve servise bindirme işlemleri bana düşüyor. (tek başıma zorlanmıyorum desem yalan olur halimi bir görseniz oradan oraya koşturan saçı başı bir yerde bir tip görürseniz ona "anne" denir işte.)

Tek tesellim okula gittiğinde aynı şikayetlerin devam etmemesi.. Okula gitmek istemeyip bana bu konuda ısrar etse de benim bu durumda "kararlı" olduğumu görüp o da anlıyor. Her seferinde beni deniyor ama..Neyse ki okuldan mutlu dönüyor, anlıyorum ki bu sıkıntı servise binene kadar. Yine de her sabah bu zorlu süreç tekrar tekrar yaşanıyor. Her çocuk için okula alışma süresi farklı, zaman alan bir durum ( öğretmenimiz de öyle diyor). Ben Demir'in yaşadığı her duyguya hak veriyorum. Bazen beni bırakmak istemiyor ya da farklı nedenler yaratabiliyor gitmemek için.. Her zaman en güzel çözüm onu anlayarak ona hak vererek konuşmaya başlamak. Yine de tamam alıştı artık fazla mızmızlanmıyor derken, yine bir şey oluyor hoppp!! dön en başa=(

Miniğim benim alışacak bir şekilde bizim de zamanında alıştığımız gibi. Eşim de bende bayağı duygusalız hiç kıyamıyoruz ona. Bu konuda "kararlı" olmaya çalışırken bir yandan da olabildiğince hoşgörülü ve anlayışlı olmaya çalışıyoruz. Elbet bu da geçer!! =) En komiği de "Ben Hulk olacağım gidip okulu yıkacağım" dediğinde hemen konuyu yemeğe getirip "Çok yersen olursun bütün yemeklerini bitir" demem de tam bir anne psikolojisi işte!!  Koyun can derdinde kasap et derdinde!! =)


Bu arada bugün masal kitaplarımız var..=)




Minik tilki Lokum kendini yalnız ve keyifsiz hissediyordu. Biraz gürültü ve patırtı yapmaya karar verdi sonunda etraf çok dağılınca Kızıl Tilki de bu gürültü ve patırtının nedenini merak etti..

Acaba sonra neler neler oldu?

Akıllı Tilkinin Masalı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlarının yayımladığı, aile sevgisini anlatan duygusal ve eğitici bir öyküye sahip harika bir masal kitabı.. "Kocaman bir kucaklama her şeye bedel" diyorsanız, bu kitap tam da size göre!!



Dünyanın her yerinde minik yatakların içinde milyonlarca iyi geceler masalı okunup dinlenmekte.. İsterse yıldırımlar bölsün karanlık geceyi ikiye, isterse gümbür gümbür vursun gök gürültüleri pencereye.. Biz başımızın üstünden geçen fırtınaya bakıp, rahat yatağımıza kıvrılıp mışıl mışıl uyuyacağız seninle..

Fırtınalı Gece,  Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlarının yayımladığı bir diğer kitap ise yine aile sevgisinin konu edildiği, okuması ve özellikle dinlemesi çok keyifli bir masal. Bu yeni kitaplarımızdan bir tanesi ve konusu gerçekten çok ama çok güzel!

Anneciğin yanında, hiç bir şeyden korkma hadi kapat gözlerini, bırak kendini uykunun kollarına..



  

Anne Rakun yavrusunun sol elini tuttu, incecik parmaklarını açtı ve öne doğru eğilerek avucunun tam da ortasına bir öpücük koydu. Minik Rakun annesinin bu öpücüğünün elinden koluna, oradan da yüreğine ulaştığını hissetti..

Avucundaki Öpücük, yeni okula başlayan çocukların, sevdiklerinden geçici olarak ayrıldıkları bu dönemde özellikle daha fazla sevgi ve güvene ihtiyaç duyduklarını ve bunun da çok güzel ve etkileyici bir şekilde anlatıldığı harika hikayelerden bir tanesi.. Okurken duygulandığım kitaplardan!!=)) Demir okula yeni başladığı  dönemde bu kitabı tesadüfen görmüştüm ve doğal olarak konusu tam da bize göreydi!





Minik Deniz Kaplumbağası kımıldandı, ittirdi sonunda yumuşak yumurtası çatladı ve kumlar aralandı. İçgüdüsel olarak biliyordu şimdi cesur olma zamanıydı.

Ama bu pek da kolay değildi!

Beni Cesur Yapan Ne? Tübitak Popüler Bilim Kitapları yayınlarının, cesareti - cesur olabilmeyi anlatan macera dolu hikayesini tüm miniklere ve annelerine tavsiye ediyorum.
Sıcak ve yumuşak kumların arasında yumurtasını kırıp çıkan minik kaplumbağa kendini aniden tek başına ve tehlikeli bir sahilde bulur; ama o kalbi ve içgüdüleriyle acele etmesi ve denize ulaşması gerektiğini bilir. Cesur olmak zorundadır. Bu inanılmaz ve tehlikeli yolculukta cesaretini kaybetmeden nasıl hayatta kalacaktı peki??

Bu macera dolu yolculukta ona eşlik eder misiniz??

 Biz memnuniyetle eşlik ediyoruz..=)





Güçlü, cesur ve korkusuz olmak ne kadar da zormuş  meğer. Minik Leopar birazcık korkak ama nasıl cesur olacağını buluyor sonunda!!

Beni Korkutan Ne? Tübitak Popüler Bilim Kitapları yayınlarının bir diğer kitabı, bu kitap da ise kokmanın bir zayıflık değil tam tersi güvende olmayı sağlayan bir duygu olduğunu ve anne babasının da her zaman cesur ve korkusuz olmadığını öğrenen Minik Leopar'ın korkularına dair neler keşfettiğini görüyoruz.

Bu öykü küçük olmak ve korkmakla ilgili, bu nedenle miniklere yardımcı olabilecek eğitici bir hikayeye sahip..

Demir'in merakla dinlediği masallardan bir tanesi diyebilirim..



Masalsız çocuk kalmaması dileğiyle..