30 Ocak 2015 Cuma

Çocuk Yapmamak için 40 Neden!!



 

Anne ve çocuk konuları hakkında her türlü bilgiyi, yazıyı ve araştırmayı okumayı seviyorum. Biraz önce, takip ettiğim bir kaç web sitesine bakarken şaşırtıcı bir başlık ilgimi çekti. "No Kid - Çocuk Yapmamak İçin 40 Neden". Belki birçok anne- babayı veya adaylarını kızdırabilecek bir konu. İlginçtir ki kitabın yazarı da bir anne!! Paris Siyasal Bilgiler Enstitüsü mezunu, Uluslararası İlişkiler ve İktisat alanlarında master yapmış, psikanaliz doktoru; kitapları 30 dile çevrilen, iki çocuk annesi yazar Corinne Maier dünyadaki tüm kadınları uyarıyor, ne mi diyor; No Kid!

Hem bir anne olup hem de bu sonuca varmasının altında yatan nedenleri merak ettim doğrusu. Tamam kabul ediyorum, "çocuktan önce ve sonra" diye bir hayat mevcut. Hepimiz arada avazımız çıktığı kadar bağırıp çıldırmanın sınırlarına geliyoruz. Anneysen eğer geliyorsundur hiç kaçarın yok!! Yine de bu kadar iddialı bir cümle aklıma gelmedi desem; hatta bana biraz moral bozucu geldi. "Çocuk Yapmamak İçin 40 Neden" neymiş??  Benim gibi nedenlerini merak edenlere buyrun nedenlerden bazıları..


  • Doğum tam bir işkencedir. Çoğu zaman saatler, bazen de 1 gün sürer. Kan, acı ve yorgunluktan başka bir şey değil! Doğum, “hayatımın en mutlu anıydı!” diyen kadınlar yalan söylüyor.

Evet doğru kabul ediyorum; doğum olayı gerçekten çoğu anne adayı için çok zor bir tecrübe ama dünyaya senin bir parçan olan bir varlık geliyor; kolay olmasını beklemek de tam saçmalık. Kadın her türlü sıkıntıya ve acıya rağmen o kadar güçlü ki zaten öyle yaratılmışız. Bebeği, leyleklerin getirmesini beklemek de bayağı bir kolaya kaçmak olmaz mıydı?? =)


  • Çift İçin Veda Çanları Çalıyor! Çocukların gelişiyle sekse veda edebilirsiniz. Çocuk yetiştirmek  bir savaş ve siz bu savaşın ortasında eskisi gibi seksi ve hayat dolu olmayacaksınız.

Hımmmm!!! Hamilelik tam bir balayıdır, orası kesin!!=)  Herkes özellikle de baba adayımız,anne adayının etrafında pervane olur; ee! kolay değil, bir can taşıyor hem de kendi canından kanından! Hal böyle olunca çoğu anne-baba adayı birer sevgi kelebeği gibi dolaşırlar etrafta. El ele, göz göze hamilelik fotoğrafları ( kabul, bizde yaptık oradan biliyorum ), baba fotoğrafın birinde illa ki eşinin karnını öper, kalplar yapılır falan filan..=) Sonrasında işte hazırlıklar, koşturmalar derken minik bebişin doğumuyla birlikte çekirdek aile tamamlanmıştır artık. Kısacık bir uykuya hasret günler de başlamıştır.. Anne baba olmak büyük sorumluluk ister. Bu koşuşturma içinde çoğunlukla yorgunluk ve uykusuzluktan ya da bebek nedeniyle çıkan tartışmalar oluyor. "Acıktı mı? Yoksa gazı mı var?? Allah'ım neden bu kadar çok ağlıyor???".. Herkes yaşamıştır bu sorunları; gece olur bebek uyur, romantik bir gece yaratmaya çalışırken ( yorgunluktan bayılacak olmana rağmen, son bir güçle) babayı çoktan uyumuş bulursun!!! Kaçınılmaz son! Romantik anlar bir süre rafa kaldırılır doğru ama bu bir "veda" değildir! =)


  • Evin Annesi Haline Gelmek, Ne Korkunç!

Evin annesi olmak büyük görev, kendi annemi görüp de onun gibi olabilecek miyim diye düşünüp karamsarlığa düştüğüm çok oldu, hala da oluyor!! Yazar, "eğlenceli hayata, tüm gece deliksiz uykuya, sabah şekerlemelerine ve son dakika planlarına artık vakit yok. Doğum sonrası depresyon, öncesinde yaşadığınız hayatın kaybından duyulan modern hastalıktır." dese de ilk zamanlar zorlandığın ve problem olabilecek her şey için endişelenmeyi bırakıp yeni bebekli hayatına alışıyorsun. Depresyon dersen zamanla "o da neymiş" diyeceğin bir hastalık oluveriyor. Evet bizim hala sabah şekerlemelerimiz ya da son dakika planlarımız yok ama dünyalara değişmeyeceğimiz Demir'imiz var yetmez mi?? Yeni anne olduğum zamanlar, kendime aynada bakıp "Bu da kim?" dediğim zamanlar çok oldu; bu düşünceler genelde Demir'in sabahları ağlamasıyla uyandığım ve üstüme bakmadan giydiğim klasik gri eşofmanlarımın içindeyken başıma geliyordu.. Bu tombik, bir o kadar da huysuz yeni anneyi tanıyanınız var mı?? Bana kalırsa, yemek mönülü pantolonlarımdan kusmuklu t-shirtlerime  ya da " duş almak istiyordum ama banyo neredeydi acaba? tarzında söylemlerimden, kokuşmuş ve de korkunç yorgun görüntüme kadar bitmiş bir haldeyken, ilginç bir şekilde evde ki iki erkeğime yine de güzel görünmeyi başardım ya benden mutlusu yok!! Evin annesi haline gelmek korkunç mu dediniz, işte bu yüzden muhteşemmiş!! =)


  • Ev, İş, Çocuk... Almayayım Teşekkürler! Kariyerini sürdürmek isteyen kadın kendisini suçlu hisseder. Sorumluluk duygusuyla yaptığı anneliği de yeterli bulmaz. Sabah erkenden çocuğu kreşe bıraktığında hissettiği rahatlama duygusu da suçlu hissettirir.

Bu konu annelerin ciddi anlamda etkilendiği bir konu. Kariyer mi? Çocuk mu? Doğum sonrası işe geri dönen anne için alışma süreci gerçekten zor. Bebek içinde zor olduğunu düşünürsek çoğu anne bu süreçte kendini ve anneliğini sorgular oluyor. "Bebeğim için iyi bir anne değil miyim?" gibi düşünceler yerleşmeye başladıysa annenin yüreğine bu süreç çok ama çok yıpratıcı olabiliyor. Ben yaşamadım bu duyguyu  evet ama tahmin edebiliyorum. Çalışan bir annenin çocuğu olarak onun yanında olmak istediğim zamanlar oluyordu ama bu duygular büyüdükçe değişiyor şöyle ki kabullenip alışıyorsun diyelim. Çocukluk döneminde çocuk annesini yanında istiyor elbet; bu onun en doğal hakkı ama günümüzde şartlar annenin de çalışmasını gerektiriyor ayrıca her şeyi geçtim kadınların kendileri için meslek sahibi olup çalışma hayatında yer almaları gerekiyor. Durum böyle olunca inanın çocuk zamanla çalışan bir annesi olduğunu kabul edip buna alışıyor.( bunu ben küçükken kendim yaşadım oradan biliyorum ) =))

  • Dünyadaki çocuk sayısı çok fazla; 2030 yılında nüfus 8 milyarı bulacak. Zengin bir ülkede çocuk sahibi olmak yurttaşlığa yakışmaz. En çok çocuğa sahip olanlar yoksullar. Devlet çocuk sahibi olmayanlara yardım etmeli. Daha az kalabalık, daha az işsizlik, daha az rekabet en iyisi.

  • Yaşamın üremekle ve ekmeğini kazanmakla sınırlı olduğu toplumlar hayallerinden yoksun ve geleceksiz bir toplumdur. Hayatın anlamı sorusuna üreyerek yanıt vermek, soruyu sonraki nesillere aktarmak ve çocuklara ağır bir yük bırakmaktır.


Nedenler böyle uzar gider...Yazara göre tartışma yaratacak kadar farklı nedenlerde var. Herkesin bu konuda bakış açısı farklı olabilir. Bu kitabı elbette çocuk isteyip de kararsız kalanlara tavsiye etmiyorum bu kadar negatif düşünceye, herkese, her şeye rağmen bu muhteşem duyguyu tatmalarını diliyorum.... Soğuk suya alışa alışa girilmiyor, çivileme atla gitsin!!!!

Büyüklerimiz, çocuk için evin neşesi derdi şimdi ne demek istediklerini yürekten anlıyorum =)
      


28 Ocak 2015 Çarşamba

Bebek odası hazırlarken



 
Doğum yaklaşırken, kararsız kalınan bir diğer konu ise bebek odası hakkında. Kimi anne baba adayları bebek odası için gerekli mobilyaları doğum yaklaşırken alıp, bebek daha doğmadan hazırlıkları tamamlamak isterken, kimisi de farklı düşüncede; bebek doğar doğmaz anne ve baba bebeğin bir süre kendi odalarında, bebek için alınan beşikte uyumasını; bunun hem anne hem de bebek için daha rahat olduğunu düşünüyor. Bu durumda karar tabii ki anne ve babanın. Biz de aynı şekilde doğuma az bir süre kala dedik ki; "Hadi bebek odası hazırlıkları başlasın artık!" Başlarda, bebek odasını önceden  hazırlayıp hazırlamama konusunda kararsızdık ama sonradan kendimi bebek odası mobilyaları arasında karnım burnumda kararsız ve kafası bayağı karışık halde buldum. Kararsızlığımızın nedeni çeşidin gerçekten çok olması, ve de malzeme konusuydu. Bebek mobilyası seçerken dikkat etmemiz gereken bazı hususlar var. Tasarımı ve işlevselliğinin yanında kullanılan malzemeler de sağlık açısından inanın çok önemli.


  • Öncelikle bebek mobilyaları seçerken mobilyanın ham maddesinde kesinlikle kurşun olmamalı, bu bebeğinizin sağlığı açısından çok tehlikeli! Eğer boya kanserojen maddeler içeriyorsa, parmaklıklara dokunan, ısırmaya çalışan çocukta zehirlenme gibi sorunlar ortaya çıkabilir.

  • Mobilyalarınızın boyalarında ise lake boya kullanmak tercih sebebi çünkü hem dayanıklılık bakımından hem hijyen ve renk seçimi bakımından lake boya tercih edilebiliyor; fakat tüm lake renkleri ve tüm cilalar EN 71/3 ve LD 313/1994 (ağır metal testi vs)’e uygun olarak toksik madde içermemeli; bu nedenle ürün tercih ettiğiniz firmaya bu bilgileri sorun. Emin olmadan karar vermeyin! Ürün alırken; bu ürün bebek araç ve gereçleri ise kesinlikle iyi araştırma yapmalısınız. Boya konusunda su bazlı boyalar daha çok tercih edilmeli diye düşünüyorum hem daha sağlıklı hem de boyanın neden olduğu koku problemi diğer boyalara kıyasla minimum düzeyde, yine de evinize geldiğinde bir havalandırma sürecine ihtiyaç oluyor. Geçmiş zaman biz de çok araştırma yaptık. Su bazlı bir boya uygulaması olan bir mobilya almıştık. Başlarda biraz koku olmasına rağmen kokunun hemen azaldığını hatırlıyorum. Su bazlı boyaların daha sağlıklı olmaları ve koku yaymamalarının yanı sıra selülozik boyalardan çok daha dayanıklı olduklarını okumuştum bir yerde! Sağlığa zararlı boya ya da polyester parçalar, beşikte uzun zaman geçiren bebeğe ciddi ölçüde zarar verebiliyor. Doğal malzeme konusu bu bakımdan çok önemli; hak verirsiniz ki doğal olmayan her malzeme bebek için birer risk!!

  • Çocuk, odasında dilediğince oynamak ister; bu durumda mobilya boyaları kolaylıkla zarar görebiliyor. Böyle bir sorunla karşılaşmak mümkün; bu durumda su bazlı boyaya kolaylıkla rötüş yapılabiliyor. Demir'in şu anda kullandığı mobilyaları seçerken sade ve yalın bir tasarımı olan rahat bir  kullanıma yönelik modellerden tercih ettik. Ferah bir mekan yaratmak için sade ve açık tonlar tercih ettik. Konu çocuk odaları olunca birbirinden farklı temalı odalarda çok başarılı!!=). Şu anda odasıyla ilgili pek de şikayet etmese de zamanla daha farklı bir oda isteği ile karşılaşmamız an meselesi. Araba yataklar mesela..=)

  • Seçilen mobilyalarda dikkat edilmesi diğer bir konuda "güvenlik". Sivri köşeli ürünler çocuk için tehlike oluşturabileceğinden kenarların oval olmasına dikkat edin. Bebek büyümeye başladığı zaman aynı oranda hareketliliği de artmaya başlayacaktır. Bundan dolayı da bebek beşikleri alırken çok dikkatli olunmalı. Parmaklıkları geniş olan beşiklerde bebeğin zarar görmesi çok daha kolay olacağından, parmaklık aralığı en uygun şekilde tasarlanmalı. Parmaklıkların arası 6 cm’den fazla yani çocuğun başını kıstıracak kadar aralıklı olmamalıdır.
       
  • Mobilyanın yapımında, sunta (Odun talaşının veya odunlaşmış bitkilerin belli kimyasal birleştiriciler ile karıştırılarak preslenmesi sonucu elde edilen levha) ya da  Mdf ( kompozit ahşap malzeme) kullanılabiliyor. Mobilyaların dayanıklılığı ve uzun ömürlü olmaları açısından, mobilyanın mutlaka mdf ham maddesinden yapılmış olması tavsiye edilmektedir. Çünkü mdf malzemesi suntaya göre daha dayanıklı ve uzun ömürlü. İkisi arasında fiyat farkı olsa da, mdf  malzeme tercih edilmeli. Bu durumda  tercih yine size ait.


   Demir'in Odası =)

 
 
 
 
 
 
 
 

Mobilya alırken dikkat etmemiz gereken onca unsur var. Masif ahşap ise bebek mobilyalarında tercih edilen  en sağlıklı seçenek diyebilirim. Masif mobilya başka bir deyişle "ağaç mobilya", tek bir ağacın mobilya imalatında kullanılmasıyla elde edilir. Uzun süre kullanılabilmesi yani dayanıklılık, doğal yapısı, huzur ve rahatlık vermesi ve sağlamlık özellikleriyle ilk tercih olmalı. Kullanılan diğer uygulamalar ile arasında ciddi bir fiyat farkı olabiliyor. Yine de uygulama alanı çok. Mobilya yapımında kullanılan ağaçlar; ceviz, gürgen, meşe, kayın, kestane, ıhlamur, akçaağaç gibi dayanıklı ve işlenmeye uygun olan ağaçlar.Ancak mobilya yapımında kullanılacak ağacın doğru seçilmesi gerekmekte; çünkü bazı ağaçların dayanıklılığı daha az olabilmektedir. Örneğin çocuk odalarında meşe kullanılması daha uygun.

Demir'in odasında tercih ettiğimiz mobilyalar renk ve tasarım açısından gayet sade. Oyuncaklarının çoğu bu odada değil o yüzden odanın nasıl bu denli toplu olduğuna şaşırmayın!!=) Demir'in deyişiyle "Oyun Odası" dediği yan odanın çoğu zamanki feci, akıl almaz durumunu bir ara paylaşırım ama!!=)


Demir'im "Anne odamı çok dağıttım hadi topla" deyince "Senin odan, sen dağıttın sen topla bakalım" deyip, bu cümleyi pek de beğenmeyen Demir'im tekrar düşünür düşünür ve der ki; "Ben oyun oynamaktan çok yoruldum, toplayacak halim yok o yüzden sen topla bence".... Hımmm!! Sonuç olarak anne öyle şaşkın kalır!=))



26 Ocak 2015 Pazartesi

Erkek annesi olmak



                      



      Demir daha yeni doğduğu zamanlar günler, aylar, yıllar üstüme gelmişti sanki. Kucağımda küçücük bir bebek, bizim bebeğimiz.. Hamileyken insan kendini yavaş yavaş anneliğe hazırlıyor ama işte o an geldiğinde ve kucağında bebeğinle baş başa kaldığında o iki duyguyu aynı anda yaşayabiliyorsun. Mutluluk ve Korku.. Kendimi ne kadar da hazırlasam bir anda "Ben bu bebeğe nasıl bakacağım? İyi bir anne olabilecek miyim?" sorularının içinde buldum kendimi..

      Değişen hormonların etkisi, eskisinden bir hayli farklı yeni bebekli hayatım (uykusuz, yorgun geceler) değişen vücudum ve en önemlisi ilk defa anne oluşumun etkisiyle gerçekten de paniğe kapıldığımı hatırlıyorum. Yaşamım boyunca tadabileceğim en güzel duygu "annelik" ve beni bu kadar korkutan tek duygu yine "annelik"!!! Zaman hızla geçiyor, bazen geriye dönüp baktığımda onca yorgunluklar, sıkıntılar sadece birer anıdan ibaret. Demir'im ile geçen her an dünyalara bedel. Tek isteğim sağlıklı ve mutlu olması.=) 

     Bebeklik dönemini geçireli epey oluyor şimdi 4 yaşında yine de o, her zaman benim bebeğim olacak o ayrı. Daha küçükken, "Sen benim bıdığımsın Demir'im" dediğimde "bıdık" kelimesi  hoşuna gitmiş olacak ki "Sen de benim bıdığımsın anne" diyordu hep bana.=) Bir kere de dedim ki "Demir sen benim aslan oğlumsun" Bunu beğenmedi anlaşılan "Hayır anne ben senin kuzu bebeğinim, bak yanaklarımda sakallarım yok, çıkınca öyle dersin" demez mi! Anlaşmamız var sakallar çıkana kadar kuzu bebeğim.. Sakallardan sonra aslan oğlum diyecekmişim.. Benim için mahsuru yok!! =))

     Bebekliğinden beri onunla ilgili şeyler yazdığım bir defterim var. Günlük de sayılabilir. Yazmaya devam ediyorum hala; söylediği ilk sözcükler, cümleler, anlattığı ya da sorduğu komik sorular, başımıza gelen komik olaylar, durumlar... Bazen açıp okuyorum. Her seferinde tekrar gülümsüyorum ve tarihlere her baktığımda senelerin ne kadar çabuk geçtiğini görüyorum. Bir ömür boyu saklayacağım tek defter! Koca adam olduğunda açıp da okumaz ona şüphe yok, belki bir iki kez okur o da benim hatırıma eminim =) Ben onun için değil kendim için yazıyorum onca anıyı.. Şimdi yanımdan ayrılmıyor, kabul ediyorum erkek çocukları annelerine daha düşkün oluyor; ama vakit gelecek ki kocaman delikanlı olduğunda daha farklı olacak her şey. Büyüdükçe aramızda ki duygusallığa pek de yer kalmayacak.

     Demir daha çok küçükken yani bebekken, alıp okumaya başladığım ama gözyaşlarıma bir türlü hakim olmadığım için daha fazla okuyamadığım bir kitap önermek istedim; yabancı bir yazara ait, ismi Anneler ve Oğulları için Bir Fincan Huzur, 50 öyküden oluşan bir derleme. İçinde anne oğul ilişkisini anlatan birbirinden güzel, dokunaklı hikayeler var ki tam da benim lohusalığıma denk gelmesi işi bozmuştu. Lohusalıkta yapılmaması gereken en önemli şeylerden biri de zaten yeteri kadar duygusalız bir de iyice salya sümük olmamaya çalışmak =))) Neyse.. bugün tesadüfen yine elime geçti kitap, lohusalık geçti evet =) ama bilen bilir o duygusal halim baki, yine de kitaba bir şans daha vermeyi düşünüyorum.=)

     Okuduğumda beni bir hayli sarsan, etkileyen, duygulandıran bir başka yazıyı da beraberinde paylaşmak istiyorum. İşte Erkek annesi olmak bu demek..



Erkek annesi olmak…

Bir kere en başta çocuğunun fiziken sana benzemeyeceği gerçeğini kabullenebilmek demektir.
Daha ‘anne’ demeyi öğrenmeden ‘araba’ demesine gülmek,
Temizlik yaparken çektiğin her koltuğun altından çıkan arabalar ve toplar sayesinde eğlenmek,
Hayatta bilmediğin bazı şeyleri ona öğretmek…

Çocukluğunda hiç oynamadığın oyun ve oyuncakları ona öğretmek; birlikte araba sürmek, otoparklar inşa etmek, hatta araba marka ve modellerini onunla öğrenmek demektir.
Oğlunun hayatındaki ilk kadınken, büyüdükçe başkalarının da olacağını bilip o günlerin hayallerini kurmak,

Seni çok sevip örnek alırken ona bazı şeyleri neden senin gibi yapamayacağını anlatabilmek…
Oğlunla yapışık ikiz gibi dolaşmak, onun yanında kocana sarılamamak, iş yaparken, telefonla konuşurken, oje sürerken, bilgisayarla bir şeyler yaparken, yemek yaparken, gazete-kitap okurken, birileriyle sohbet ederken… Yani onunla birebir ilgilenmediğinde veya onun istemediği bir şeyle ilgilenirken sırtından kafandan kucağından kolundan bacağından dolanıp durmasına alışıp her şeyi bırakıp ona kocaman sımsıkı sarılı vermektir…

Filmlerde gördüğü bütün kadın-erkek karakterlerin ilişkisini anne-oğul olarak yorumlayan tatlı masumiyetine gülmektir :)
Eşin için, hayatında bu kadar çok sevebileceğin başka bir erkek yok diye düşünürken, sana aksini ispatlarcasına çıkıp gelen bu küçük prense deliler gibi aşık olmak, sevgini içinde taşıyamayıp durmadan hüngür şakır ağlamak, koklamaya öpmeye doyamamak, dokunmaya kıyamamak demektir.

Erkek annesi olmak…
İçindeki erkeği keşfetmektir onunla.

Bunca yıldır ‘kadın’ iken ve daha yeni ‘anne’ olmaya alışırken, bir de ‘erkek’ olmak… ona en iyi dost, en iyi öğretmen, en delikanlı arkadaş, en sert koruma olmak…
Erkek muhabbetleri yapmak, erkek oyunları oynamak, erkek jargonunu anlamaktır.
İstediği zamanlarda kadın ruh haline geri dönüp ona kadınları anlatmaktır;)

Erkek annesi olmak…
Güzeldir işte, onunla büyümek onunla güzelleşmektir,
Ve fakat olgunluk, ergenlik, ‘erkeklik’ evresinde sarılıp öpememek, uzaktan sevmektir…

 
Doğduğunda "benim pamuk prensim" diye sevdiğim, şimdilerde annesinin kuzusu olan, inşallah büyüyüp babası gibi olduğunda "benim aslan oğlum" diye seveceğim canım oğlum'a...



  

25 Ocak 2015 Pazar

"Mutlu" çocuk yetiştirebilmek



 

       Mutluluk kavramı her insan için farklıdır; hayattan beklentileri, istekleri farklıdır çünkü.. Mutlu olabilmeyi ya da olamamayı kişi aslında kendi seçer. Başımıza gelen bir olay ya da durum sonunda mutsuzluğu seçmeyi ya da bu seçimin aksine, anlık mutsuzluğa yenilmeyip, mutlu kalabilmeyi kendimiz seçiyoruz. Benim düşüncem, sanılanın aksine, mutsuz olmak kendi seçimimiz. Başımıza gelen bir olay ya da kişi bizi üzmüyor aslında biz sadece buna izin veriyoruz.

      Mutluluk bir duygu çok da güzel bir duygu.. Yaşamımızın her anını tabiiki de sevgi kelebeği şeklinde geçiremeyiz. Mutlu anlarımız bazen anlık olaylarla sınırlı olup, gün içinde bizi üzen ya da sıkan, sinirlendiren olay ve kişilerle karşılaşabiliyoruz. İşte işin en zor kısmı da burada başlıyor. Zor olan bu durumun, hayatının geri kalan kısmını etkilemesine izin vermemek. Bunu başaran kişiler sadece anlık mutluluk hissi ile değil gerçek anlamda mutlu kişiler olabiliyor. Ben bu konularda okumayı seviyorum, ilgimi çekiyor aslında.. "Mutlu olabilmek" değil de "mutlu kalabilmek" gitgide zorlaşıyor. Durum böyle olunca da mutlu çocuk yetiştirebilmek ve sıkıntılara rağmen mutlu kalabilmeyi seçebilen sağlam ve güçlü kişilikli çocuklar yetiştirebilmek gerçekten önemli oluyor. Önce kendimiz mutlu olabilmeliyiz ki mutlu çocuk yetiştirebilelim. En temel sorun bu aslında.

     California Üniversitesi'nde binlerce farklı anne ve baba ile  yapılan çalışma sonucunda, uzmanlar en başarılı anne ve babaların kullandığı 10 altın kuralı belirlemiş.. Merak ettim okudum, sizinle paylaşmak istedim.


Sevgi, kuralın başında geliyor tabii ki "karşılıksız sevgi", çocuğumuza her konuda destek olup, onu her zaman sevdiğimizi belli etmek.. Sarılmak, öpmek !! Bu gerçekten de altın bir kural, sevildiğini hissetmeyen çocuk, sevgi kavramını öğrenemez ve gösteremez. Mutlu olabilmesi, her zaman her durumda sevileceğini bilmesi demektir.


Stres ve öfke kontrolü, ise gerçekten de ikinci altın kural. Anne ve babalar için gerçekten de çokkk önemli bir diğer zor konu. Kendi stresimizi ve öfkemizi, dolayısıyla da çocuğumuzdaki stres ve öfkeyi azaltmak için yöntemler geliştirmemizin yardımcı  olacağını düşünen uzmanlar ne de güzel düşünmüşler..=) Haklılar evet ama bu kadar kolay olabilseydi değil mi?? Ben ki gerçekten "sabırlı anne" kategorisinde ilk sıralarda olmaya çalışmama rağmen, gerçekten çokkkkkk zorlandığım ve çaresiz kaldığım başa çıkamadığım durumlar çok oluyor. İşte o zamanlar gerçekten ne yapıyorum biliyormusunuz??? İnanması zor ama Demir'e hak veriyorum.. Garip geldi dimi?!?!? Ben de o anda onun yerinde olsam aynen öyle yapardım diyorum içimden...Tuhaf ama hak verdikçe "Tamam annecim, şu an çok haklısın ama sen böyle yapınca ben ve baban çok üzülüyoruz" demek şimdilik bizimki  için etkili oluyor ( bazı durumlar da işe yaramayınca "Tamam Demir şu an böyle yapmak istiyorsan yap, ama sinirin geçince yanımıza gelirsin" diyorum, bilmem bir deneyin derim..=)) Kendimiz için gevşeme teknikleri öğrenmek ve olaylara olumlu yorumlar getirmeyi denemekten de zarar gelmez. Bu nefes egzersizleri gerçekten işe yarıyor.


Sağlıklı ilişki kurabilme ve sürdürebilme yeteneği, gerçekten de önemli bir diğer kural. Hep diyoruz ya biz çocuklarımız için birer rol modeliz diye. Çocuğumuzun karşı cinsle olan ilişkimizi, veya sosyal hayatta diğer insanlarla olan ilişkilerimizi  örnek alacağını bilmeliyiz. Çocuğumuzun yetişkin hayatında karşı cinsle kuracağı duygusal ilişkinin ve insan ilişkilerinin modelini farkında olmadan biz oluşturuyoruz. Erkek çocukları babayı, kız çocukları ise anneyi  örnek alıyor.


Bağımsızlık, Kaç yaşında olursa olsun onu bir birey olarak kabul edip saygı göstermeliyiz. Onu kendi ayakları üzerinde durabilen, kendi kendine karar verebilen, kendine güvenli bir birey olarak yetiştirmek istiyorsak eğer "Sen daha çok küçüksün bu konuları anlamazsın, sen karışma, sus!!" demek yapılacak en yanlış davranış şekli.


Eğitim ve öğrenim, Onunla eğitim ve öğrenimin önemini konuşmak, bu konuda örnek olmak bir diğer altın kural. Biz de yaşantımıza daima öğrenmeyi, okumayı dahil etmeliyiz ki, çocuğumuz da görüp öğrenebilsin ve bu yaşam biçimi haline gelebilsin.


Yaşamı başarıyla idare edebilme yeteneği, Çocuğumuza düzenli bir iş ve gelir sahibi olarak sağlıklı birer  model olmalıyız. Yaşamla başa çıkmanın yollarını ancak böyle öğrenecektir.


Davranış, Çocuğumuza davranış eğitimi verirken olumlu yaklaşımları kullanarak istediğimiz davranışların devamını sağlayabiliriz. Çocuğumuzun iyi davranışlarını taltif edip (fazla abartmadan!!) Ceza yöntemine ise başka hiçbir şey işe yaramayıp, çok çaresiz kaldığımızda başvurulabilir diye düşünülse de, ben buna katılmıyorum; çünkü sonuçları hem anne-baba hem de çocuk için çok yıpratıcı olabiliyor . En azından hafif cezalar olabilir. Karar size ait!!


Sağlık, Yaşayış ve beslenme şeklimiz ile  çocuğumuza sağlık açısından ideal bir denge sağlayıp aynı zamanda spora teşvik etmeliyiz. Spor alışkanlığı kazanabilmek gerçekten önemli.


Din, Kendi inançlarımıza göre din ve ahlak eğitimi vermek de önemli tabii de aşırıya kaçmadan verilen din ve ahlak eğitiminin çocuk gelişiminde faydalı olduğu görülüyor. Biz de yavaş yavaş bu konuları konuşmaya başladık.


Koruma ve güvenlik, Çocuğumuzu korumak için gerekli önlemleri almamız şart. Çocuğumuzun dahil olduğu aktivitelerin neler olduğunu, nerelere kimlerle gittiğini bilmeliyiz. Fakat bunu yaparken aşırıya kaçmamalıyız.. Araştırmalarda, bu konuda aşırıya kaçan ebeveynlerin çocuklarıyla olan ilişkilerinin ergenlik çağında ciddi şekilde bozulmaya başladığı ve mutsuz çocuklar yarattıklarını gösteriyor. İşte bu konuda ne kadar başarılı olabileceğiz bende merak ettim doğrusu!!



Böyle yazıp okuyunca çok kolay bir iş gibi görünse de ciddi anlamda zor bir konu. Tüm ebeveynler çocukları için en iyisini ister. Çoğu zaman kurallar koyarken, onun daha çocuk olduğunu unutuyoruz ne yazık ki! Mutlu bir ailede büyüyen çocuk zaten mutluluğu görerek, hissederek büyüyor. Önemli olan hayattan zevk alabilmesi..Okuduğum çok güzel bir kitap var. Klinik Psikolog Pınar MERMER'in  Yavaş Ebeveynlik kitabı. Ebeveynlik yolcuğu konusunda değindiği konular gerçekten çok güzel. Okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.. Kitabın başında eski bir Hitit duası var. Arada okumak iyi geliyor.





TANRIM, Beni Yavaşlat..


Aklımı sakinleştirerek, kalbimi dinlendir.

Zamanın sonsuzluğunu göstererek, bu telaşlı hızımı dengele.

Günün karmaşası içinde, bana, sonsuza kadar yaşayacak tepelerin sükûnetini ver.

Sinirlerim ve kaslarımdaki gerginliği, belliğimde yaşayan akarsuların melodisiyle yıka, götür.

Uykunun o büyüleyici ve iyileştirici gücünü duymama yardımcı ol.

Anlık zevkleri yaşayabilme sanatını öğret.

Bir çiçeğe bakmak için yavaşlamayı, güzel bir köpek ya da kedi okşayabilmek için durmayı, güzel bir kitaptan birkaç satır okumayı, balık avlayabilmeyi, hülyalara dalabilmeyi öğret.

Her gün bana kaplumbağa ve tavşan masalını hatırlat.

Hatırlat ki, yarışı her zaman hızlı koşanın bitirmediğini, yaşamda hızı artırmaktan çok daha önemli şeyler olduğunu bileyim.

Heybetli meşe ağacının dallarından yukarıya doğru bakmamı sağla.

Bakıp göreyim ki, onun böyle güçlü ve büyük olması, yavaş ve iyi büyümesine bağlıdır.

Beni yavaşlat Tanrım ve köklerimi yaşam toprağının kalıcı değerlerine doğru göndermeme yardım et.

Yardım et ki, kaderimin yıldızlarına doğru daha olgun ve daha sağlam olarak yükseleyim.

Ve hepsinden önemlisi...

Tanrım, bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için cesaret, değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenmek için sabır, ikisi arasındaki farkı bilmek için akıl ve beni aşkın körlüğünden ve yalanlarından koruyacak dostlar ver.




Görüşmek üzere..=)) Demir artık bırakmıyor. Anne asıl görevine geri dönüyor.!!







     

20 Ocak 2015 Salı

Anne ve Baba olduktan sonra..


     Biraz önce tesadüfen bir yazı ile karşılaştım. Yazının sonlarına doğru gözyaşlarımı tutamadım.. Yazı Doğan Cüceloğlu 'na ait olup kendi yaşadığı bir anısını bizlerle paylaşmış çok da iyi yapmış. Tüm anne ve babaların, hatta anne - baba adaylarının, eğitimcilerin kısacası herkesin okuması gereken muhteşem bir yazı.

     Bir çocuğu dünyaya getirmek kolay, zorluk zaten ondan sonra başlıyor. Benim hep savunduğum bir konu var, daha önceki yazılarımda da bahsetmiştim bilmem hatırladınız mı?? Şimdi dile getirirsem, konuyu anlamış olursunuz, yazının sihrini bozmak istemiyorum ama bu konu ile ilgili yazım yakında!! Keyifli okumalar..


Bir İnsanın Anavatanı Çocukluğudur

Bir gün seminere başlamadan önce kısa boylu güler yüzlü birisi geldi, Hocam elinizi öpmek istiyorum, dedi. Ben el öptürmekten pek hoşlanmadığım için, yanaktan öpüşelim, dedim, öpüştük. Aramızda şöyle bir konuşma yer aldı:

– Hayrola, neden elimi öpmek istedin?
 
– Hocam, üç yıl önce sizin bir seminerinizi katıldım. Hayatım değişti. O seminerden sonra daha mutlu bir ailem var ve size teşekkür etmek istiyorum; onun için elinizi öpmek istedim.
 
– Ne oldu, nasıl oldu?
 
– Üç yıl önce şirketimizin organize ettiği iki günlük bir seminerde bizimle beraberdiniz. O seminerin bitişine doğru dediniz ki, “Bir insanın anavatanı çocukluğudur. Çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir insanın mutlu olması çok zordur. Bir annenin, bir babanın en önemli görevi, çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır.”
 
Bir süre sustu, bir şey hatırlamak ister gibi düşündü, sonra konuşmaya devam etti:
 
– Hatta daha da ilerisi için söylediniz; dediniz ki, “Bir ulusun en önemli görevi çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır.” Ben bir baba olarak sizi duyduğum zaman kendi kendime düşündüm: Ben bir baba olarak çocuğumun çocukluğunu doya doya yaşamasına fırsatlar yaratıyor muyum? Böyle bir sorunun o zamana kadar hiç aklıma gelmediğini fark ettim. Ben ne yapıyorum, diye düşündüm. Benim yaptığım sanırım birçok babanın yaptığının aynısıydı. Dokuz yaşındaki oğlum ben işten eve gelince beni görmemeye, benden kaçmaya çalışıyordu. Neden kaçmaya çalışıyordu, biliyor musunuz, Hocam?
 
– Hayır, neden?
 
– Çünkü onu görünce hemen şu soruyu soruyordum. “Oğlum bugün ödevini yaptın mı?” Tuhaf tuhaf bakıyor, gözünü kaçırıyor, daha da sıkıştırınca, hayır anlamına gelen, “cık” sesini çıkarıyordu. Kızıyordum, söyleniyordum, “Niye yapmıyorsun ödevini!” diyordum. Aramızda sürekli tartışmalar, sürtüşmeler oluşuyordu. Tabii bunun sonucunda bütün aile huzursuz oluyordu.
Burada biraz sustu, soluklandı. Sanki hatırlamak istemediği anılar vardı; onların üstesinden gelmeye çalışıyordu. Sonra konuşmaya devam etti:
 
– Ben sizin seminerinizden çıktıktan sonra düşünmeye başladım. “Ben ne biçim babayım,” diye kendime sordum. Seminer için geldiğim İstanbul’dan çalışma yerim olan Kayseri’ye gidinceye kadar düşündüm; otobüste bütün gece düşündüm ve sonra kendi kendime dedim ki, eşimle konuşayım, biz birlikte bir karar alalım. Diyelim ki bu çocuk isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama doya doya çocukluğunu yaşasın.
 
– Radikal bir karar!
 
– Evet, uçta bir karar, ama bu karar içime çok iyi geldi, Hocam. Gerginliğim, üzüntüm gitti, içim rahat etti. Ben eve gelince eşime dedim ki, hadi gel otur, konuşalım. Yemekten sonra oturduk konuştuk, çocuklar yattı biz konuşmaya devam ettik. Seminerde anlatılanları aktardım, böyle böyle böyle diye izah ettim ona ve en nihayet dedim ki, ya benim gönlümden ne geçiyor sana söyleyeyim. Bizim oğlumuz var ya bizim oğlumuz, o isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama çocukluğunu yaşasın! Şimdiye kadar onun çocukluğunu yaşamasıyla ile ilgili pek bir çaba göstermedik, bir bilinç göstermedik, oluruna bıraktık. Gel şimdi değiştirelim bunu.
 
– Eşiniz ne dedi?
 
– Hocam biliyor musun ne oldu?
 
– Ne oldu?
 
– Karım hayretle bana baktı ve dedi ki, “Bu ne biçim seminer be! Kim bu adam? Öyle şey mi olur; yok bizim ki çocukluğunu yaşayacakmış! Bizim çocuk çocukluğunu yaşarken öbürküler sınıflarını geçecek ilerleyecek! Öyle şey olmaz.”
 
– Anlıyorum; anne olarak çocuğunun geride kalmasını istemiyor, kaygılanıyor!
 
– Fakat hocam ben pes etmedim, bırakmadım, mücadeleye devam ettim. Her gün, her akşam gece yarılarına kadar karımla konuştum. Üç gecenin sonunda bana, peki ne halin varsa gör, dedi.
 
– Pes etti, yani. Peki, sen ne yaptın?
 
– İşte onu dediği günün sabahı eşofmanımı, ayakkabımı şöyle kapının yanına bıraktım işe gittim; işten dönünce oğlumun gözüne baktım ve dedim ki, oğlum bugün doya doya oynadın mı? Bana hayretle baktı ve “Hayır!” anlamına gelen “cıkk” dedi. O zaman, hadi gel beraber aşağıya ineceğiz, oynayacağız, dedim. Eşofmanımı giydim, ayakkabımı giydim, onunla beraber sokağa çıktık. Pencereden arkadaşları bakıyorlarmış, onlar da sokağa çıktılar; birlikte sokakta oyun oynadık. Akşam saat altıdan sekiz buçuğa kadar sokaktaydık. Eve gelince toz toprak içindeyiz, beraber banyoya girdik, duş yaptık. Havluyla kuruladım, çok mutluyduk ve o günden sonra işten dönünce her gün onunla oynamaya başladım. Her gün, her gün, her gün oynadım. Yedi gün sekiz gün sonraydı galiba, bir gün banyodan çıkarken onu kuruluyorum havluyla, kolumu tuttu, bana döndü ve dedi ki, baba ya, ben seni çok seviyorum. Hocam nefesim durdu, gözüm yaşardı, konuşamadım. Çünkü farkına vardım ki, şimdiye kadar sevdiğini hiç söylememişti. Düşündüm, şimdiye kadar hiç söylemediğinin farkında değildim; belki ömür boyu söylemeyecekti. “Ne büyük tehlike!” diye düşündüm. Ömür boyu onun bana bu cümleyi söylemediğinin farkında olmayacaktım.
 
– Demek farkına vardın, seni kutlarım. Senin farkına vardığın bu durum birçok anne ve babanın farkında olmadığı gizil, örtük ama önemli bir tehlike!
 
– İçimde bir şükür duygusu, havluyla çocuğumu kuruladım ve giydirdim ve artık her gün oyun oynamaya devam ettik. Zaman geçti, iki hafta sonra okul, öğretmen veli buluşması için okula davet etti. Daha önceki veli buluşmalarında öğretmen, “Sizin oğlunuz akıllı bir çocuk, ama ödevleri kargacık burgacık yazıyor, dikkat etmiyor. Sınıfta arkadaşlarını rahatsız ediyor, onları itiyor kakıyor, lütfen onunla konuşun. Ödevlerine ilgi gösterin, sınıfta arkadaşlarını rahatsız etmesin. Ödevlerini doğru dürüst yapsın,” demişti. O nedenle öğretmen buluşmasına gitmekten çekiniyordum. Bu davet gelince ben eşime dedim ki, hadi okuldaki buluşmaya beraber gidelim! Yok, dedi, sen tek başına gideceksin, ben gelmeyeceğim.
 
– Eşiniz gelmek istemedi!
 
– Hayır istemedi. Ya beraber gidelim, diye ısrar ettim hayır hayır sen yalnız gideceksin dedi. Ben yalnız gittim ve diğer veliler geldikçe sıra bende olduğu halde sıranın arkasına geçtim, sıranın arkasına geçtim ki başka kimse olmadan öğretmenle konuşayım, diye. Mahcup olacağımı düşünüyordum. Her şeyin daha kötüye gittiğini düşünüyordum. En nihayet bütün veliler öğretmenle konuşmalarını bitirip gittiler. Sıra bende! Öğretmenin karşısına geçtim, bana baktı gülümsedi, siz ne yaptınız bu çocuğa, dedi. Hiç cevap vermedim, önüme baktım. Lütfen söyleyin ne yaptınız bu çocuğa, dedi. “Çok mu kötü hocam?” diye sordum. Gülümsedi, hayır, kötü değil, dedi. “Artık sınıfta arkadaşlarını hiç rahatsız etmiyor, ödevleri iyileşti, tam istediğim öğrenci oldu. Ne yaptınız bu çocuğa siz?”
 
– Herhalde bir baba olarak çok mutlu oldunuz?
 
– Hocam biliyor musunuz öğretmenin karşısında ağlamaya başladım. İnanamıyordum kulağıma, içimden, vay evladım, biz sana ne yaptık şimdiye kadar, duygusu vardı. Eve geldim, karım yüzüme baktı, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı. “O kadar mı kötü?” diye sordu. Ona da cevap veremedim Hocam, ona da cevap veremedim! Ağladım. Daha sonra anlattım. Hocam onun için sizin elinizi öpmek istedim, teşekkür ediyorum. Benim oğlumun ve onun küçüğü kızımın hayatını kurtardınız. Ailemin mutluluğu kurtuldu. Hakikaten bir insanın anavatanı çocukluğuymuş. Anavatanı mutlu olan bir çocuk çalışmasını, okulunu her şeyini bütün gücüyle yapar ve orada başarılı olurmuş.
“Gel seni yeniden kucaklayayım!” dedim. Kucaklaştık.

19 Ocak 2015 Pazartesi

Pinokyo Anneler




      Hürriyet Aile,"En Pinokyo Anneler" adında çok eğlenceli bir etkinlik düzenlemiş; çocuğuna söylediği ya da annesinin kendisine söylediği en komik- yaratıcı "pembe" yalanları paylaşan annelerin yazdıklarını okuyun derim.. Aralarında bayağı yaratıcı fikirli anneler var!!


     Nesilden nesile geçen, fakat bizim nesilde dahi gayet etkili olup, şimdiki çocuklarda geçerliliğini yavaş yavaş yitiren "pembe" yalanlarda yok değil. Gözüme çarpanlardan biri de "Yemeğinin hepsini bitir, yoksa arkandan ağlar". Ben bunu bizzat denedim ama bizimkinde işe yaramadı. Şimdiki çocuklar daha bilinçli daha akıllı resmen, kolay kandıramıyorsun bir o kötü işte.. Bir bakıyorum, bütün bebelerin (bizin bebenin de dahil) elinde bir tablet; daha konuşmayı, yürümeyi öğrenmeden tabletlerde oyun açmayı kapamayı biliyorlar hepsi.. Şaşırmamak elde değil, bizimki daha 1 yaşındaydı, ama dokunmatik ekran telefonların ustasıydı!! Bir de kızardı eğer açamazsan, elinden alır kendi açardı tuş kilidini minik parmaklarla."Bak böyle açılıyor" der gibi.. Bizi kandırmak kolaymış, biz safmışız saf...


      Dışarıda görüyorum; yemek yerken her çocuğun önünde bir tablet. Oyun oynamadan yemek yiyebilen çocuk elle gösterilir durumda.. Bende biliyorum yanlış olduğunu ama yeter ki bir şeyler yesin diye koyduk önüne tableti, bizimki transa geçecek ki, anca bir şeyler yesin. Neyse çok şükür o günlerde geçti.=) Bizim zamanımızda bu kadar çeşit oyuncak bile yoktu. Valla ben çocukların, "oyuncak" diye tutturmalarına hiç kızmıyor ve hiç şaşırmıyorum.


    Geçen gün bir oyuncakçıda, minik bir çocuk nasıl ağlıyor "İstiyorum, istiyorum!!!"diye. Annesi de zor durumda tabii, o an ne dese boş. Çocuğu ikna etmeye çalışıyor, derken baktım babası geldi. Kızmış belli, "Biz hiç böyle yapmadık, annemizi babamızı hiç bu kadar üzmedik" diyor. Neyse çocuk biraz sakinleşti, sonra ne yaptılar bilmiyorum. Ben o anda adama şöyle demek istedim kendimi zor tuttum ama."Senin zamanında bu oyuncaklar olsaydı, seni de görürdük!!" Çocuklarda haklı; çeşit çok, bin bir çeşit oyuncak var. Bizim zamanımızda, ne bu kadar oyuncakçı vardı, ne de bu kadar çeşit.. Tutturmalar da bu kadar çok değildi elbet. Çocukları cezbedici etken çok olunca, sonuçlar anne baba için zor oluyor elbet!! Çocuğuna bu konuda hak ver!!! Tabii ki  gidip her bir oyuncağı almayacağız ama bir yolunu da bulacağız elbet!! ( Biz de henüz bulmuş değiliz ama bu konuda azimliyiz eşimle)


     Anne oldun mu, Pinokyo olmadan olmaz, olamazzz!! =) Hımmm!! bir düşüneyim bakalım acaba neler neler diyorum, nasıl bir "Pinokyo Anne" oluyorum..


Uzun masal saatlerinin ardından, hala biraz daha oku diye diretirse eğer;

Demir: Uyumak istemiyorum, biraz daha masal oku!!
Annesi: Çok uykumuz geldi ama bak uyku senin gözünün kenarına gelmiş orda duruyor!! Hadi gözünü kapat da yere düşmesin uyku!!
Demir: Hangi gözümde?? Hani nerede?
Annesi: Bak işte burada!! Anneler anlar..=)


Bu sabah okula ben bıraktım Demir'i.. Pazartesi sendromunu atlatıp okula vardığımızda, (geç de olsa vardık ya benden mutlusu yok ama o sırada Demir hala gitmeyelim okula diyor) ilerde bir köpeğin havladığını duydu."Köpek niye bu kadar havlıyor? " diye sorunca "O öğretmen köpek, bir tane çocuk okula geç kalmış senin gibi, onu çağırıyor, üzülmüş bak! Biz geç kalmayalım da bizim öğretmenimiz üzülmesin" deyince, "Tamam, geç kalmayalım " dedi bizim minik. İşe yaramıştı şaşırtıcı şekilde.. Sonradan bende güldüm kendime.. "Öğretmen köpek mi?!?!" Yaratıcılıkta sınır tanımam..=))

Bugün tavsiye edeceğim çok güzel ve keyifli kitaplarımız var!!


 
 
 




                                                                       Süpürgede Yer Var Mı? Öykü Julia Donaldson'a ait olup masalı resimleyen ise Axel Scheffler. "Süpürgesine oturmuş tam da uçarken rüzgarla, birden düşmüş siyah sivri şapkası..Hopppp!!! inmiş aşağıya kedisiyle.. Sonra neler olmuş neler?? Bir süpürgenin üstünde bir cadı ve dört hayvan..Kedi, kuş, köpek ve kurbağa.. Cadı birden bir gürleme duydu acaba bu ses nerden gelmişti?" Klasik cadı masalların aksine, bu cadıyı çok sevecek ve keyifle okuyacağınız kitaplardan biri olacak.

Tostoroman, Öykü yine Julia Donaldson'a ait, masalı resimleyen ise tabii ki Axel Scheffler..Türkçeleştiren ise Yıldırım Türker."Ormanda gezmeye çıkan fare, karnı acıkan tilkiyle karşılaşır, sonra sırayla baykuş ve yılanla..Bu minik fare nasıl kurtuldu acaba, karşılaşınca kocaman ayaklı, kocaman dişli, aç bir Tostoraman'la.." Küçük farenin başına neler neler geliyor ama bizim küçük fare çok akıllı. Bakın nasılda  kurtuluyor her birinden.











 
 
 
 

Maskeli Fare, Aynı yazar ve çizere ait olan, bir diğer kitapta ise, belalı bir haydut olan Maskeli Fare' nin başından geçenleri çok da eğlenceli bir dilde anlatılıyor. "Canı neyi çekerse alır, hemen indirdi mideye.. Gördüğü her yolcunun yemeğini çalardı ama bir gün neler oldu ve Maskeli Fare şaşırıp kaldı." Maskeli Fare'nin öyküsü de diğer kitaplar da olduğu gibi çok eğlendirici. Demir her seferinde heyecanla dinliyor.
Değnek Adam, Öykü Julia Donaldson'a ait olup masalı resimleyenin ise Axel Scheffler olduğu  bir diğer kitap. Bu dört kitap arasında en son aldığımız Değnek Adam'ın , alışılmışın dışında çok güzel ve eğlenceli bir öyküsü var."Değnek Adam, bir ağaçta ailesiye birlikte yaşıyor; ama bir sabah dışarı çıkınca bir türlü evine dönemiyor, başına gelmeyen kalmıyor." Demir ağaçları çok sevdiğinden, (bir ara elinde dal parçalarıyla uyuyordu, elinden zor alıyorduk) bu kitabı görür görmez almak istedim. Başucu kitaplarımızdan bir tanesi oldu bile!! Ben ve Demir'im heyecan ile yeni kitapları bekliyoruz..



Bugün, "Pinokyo Anneler" konusunu çok ama çok keyifle yazdım. Siz nasıl bir Pinokyo Annesiniz? Merak ettim doğrusu..=)Yazarken çok keyif alıyorum. Umarım okurken sizde aynı keyfi alıyorsunuzdur. Tekrar görüşmek üzere!!=)

15 Ocak 2015 Perşembe

Süper kahramanlar!!


 

"Yorgunum" kelimesi tek başına, tam da hissettiğim duyguyu anlatamayabiliyor; zayıf ve eksik kalıyor.. Yorgunluğumu daha farklı yollarla anlatmam gerekiyor. Kelimeler yetersizse eğer, bu sefer başka yollar deniyorum, ya da daha etkili cümleler!! Doğal olarak 4 yaşındaki minik oğlum sadece "Yorgunum" dediğimde  beni anlayamayabiliyor, böyle olunca da bakın neler oluyor..

Demir: Hadi anne yine oynayalım, yine yine!!
Annesi: Demir'im "yorgunum" bugün biraz, sonra yine oynarız tamam mı?
Demir: Offf!! Hayır... Yorulma sende!!!
Annesi: Tamam o zaman şöyle anlatayım: Bayılmak üzereyimmmmmm!!
Demir: 0ffff! Peki dinlen biraz!!!!

     İşlem tamamdır. Artık biraz dinlenebilirim, izin büyük yerden zira!!=)  Demesi  kolay "Yorulma sende!!"..."Annelik ve Yorulmamak" dediniz ve imkansız bir şey istediniz. Şaka bir yana ben ciddi anlamda onunla vakit geçirmeyi, birlikte oynamayı veya daha önce hiç oynamadığım arabalar ile otopark oyunu oynamayı, masal saatlerimizi çok seviyorum. Küçükken hiç oynamadığım arabalar, tanklar, tırlar, onunla birlikte en sevdiğim oyuncaklarım oldu. Görevimiz annelik evet ama annelerde yorulabiliyor veya sıkılabiliyor; mutlu ya da mutsuz zamanlarımız olabiliyor.

 
    Çocuklar, annelerini hep birer süper kahraman olarak görmek istiyor. Yorulmaz o yorulamaz, üstün güçleri var çünkü, sürekli isteklerini karşılayabilir ve sonsuza kadar oyun oynama gücüne sahip. Ben kendi adıma konuşursam, süper kahraman olmak için mücadele eden bir anneyim. Şöyle ki, sürekli mutfaktan çıkmayan, iki dakikada dört çeşit yemek yapıp, ardından evi toplayıp, çamaşırları yıkayıp, ütü yapıp yetmedi bir de evi silip süpürüp, çocukla ilgilenip üstüne "Hadi birde mantı açayım" diyen bir anne değilim, yanlış anlaşılmasın. Böyle süper anneler de vardır elbet ama ben onlardan olmak istemedim o ayrı konu. Şu saatten sonra istesem de olamam zaten.. Benim süper kahraman olmak için mücadelem gayet basit. "Mutlu anne, mutlu çocuk" Anne mutluysa çocuk da mutludur. Ben ancak mutluyken ,mutlu bir süper kahraman olabiliyorum. Tüm çocuklar zaten annesini mutlu görmek ister. Benim amacım "Demir büyüdüğünde ne olacaksın?" diye sorduklarında "Mutlu olacağım" diyebilsin. Demir'imi çok seviyorum hem de çooooook.
Dünyamın merkezinde oğlum var. Ama bazen bu mutlu süper kahraman kendine de vakit ayırmak istiyor. Annelik dünyanın en güzel duygusu evet ama yıpratıcı ve yorucu yanları yok değil. Bu nedenle, Demir'im büyüdükçe her şeyin biraz daha kolaylaştığını görmek içimi rahatlatıyor ne yalan söyleyeyim. Biten zorlukların yerini farklı zorluklar alsa da elbet üstesinden geliniyor.

     Eşim Tunç, oğlumuzu yetiştirirken benim her anlamda destekçim; bende onun.. Yeni nesil babalara bayılıyorum.. Eskisi gibi bütün yük annenin omuzunda değil. Anne bu çocuğu tek başına yapmadıysa, yaşanılan zorlukların aşılması için, anne ve babanın birbirlerine destek olması gerekiyor. Bu arada "Çocuk Yüzünden Çıkan Kavgalar" diye bir kategori varmış. Anne olduktan sonra anladım..=)) Çalışan bir anne ol ya da olma, (ikisinin de kendine göre zorlukları var) eğer anneysen sen de bir süper kahramansın (elbette çocuğunun gözünde). Sadece çocukken değil, annelerimiz büyüdüğümüzde bile, hala bizim süper kahramanlarımız.

13 Ocak 2015 Salı

Asıl sen kork benden mikrop!!







     Şu kış günlerinde, geçen her gün diyorum ki; "Ohhhh!! Bugün de geçti, hasta olmadık çok şükür ama hafif boğazım mı ağrıyor ne?!?!? Aman Demir hasta olmasın." Anne olduktan sonra korkulardan biri de budur işte. Ben hasta olayım aman çocuğum hasta olmasın.. Anaokuluna başladı mı zaten başta diyeceksin ki "Hoş geldin Mikroplar!!"
 
     Son dönemde,bu hastalık mevzusu, bende korkudan çok fobiye dönüşmüş durumda. Elbet hastalanacak; ama hafif geçirmesi tek temennim. Ne biliyim; iki gün salya sümük gezsin ama "ateşi var" demesin kimse bana!!! Son geçirdiğimiz, neredeyse bir hafta süren inatçı ateşi, acil maceralarımızı ,uykusuz gecelerimizi, bu ve bunun gibi inişli çıkışlı tüm süreçlerimizi düşününce, bu korumacı halime elbet sizde hak verirsiniz..=) Görevimiz annelik olunca araştırmacı kişiliğim yine ön planda!! Doğru bilinen yanlışlar nelerdir? Çocuğumuzun her hastalanışında antibiyotik kullanımı doğru mudur?
 
      Özellikle 2-5 yaş dönemi, çocukların enfeksiyon ve mikrobik hastalıklara yakalandığı bir dönem. Anaokuluna başlama dönemi bir bakıma farklı mikroplar ile tanışma dönemi. Çocuk tam alıştı derken "Hoppppp! dön başa, çocuk hastalanır; evde geçen süre sonunda, hadi en baştan başla bakalım okula alıştırma işine.. Çocuğu okula giden anneler beni ciddi anlamda onaylarken, çocukları anaokuluna yeni başlayacak ebeveynler, "korkmayın bu da geçiyor".
 
 
Annelik Sanatı Dergisi'nin Ağustos sayısında bu konuya yer verilmişti. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Gökhan Mamur' a göre;
 
  • Antibiyotikler, bakteriler için öldürücü kimyasal maddeler olduğundan bakterilere karşı etkili olup virüslere karşı etkili değillerdir. 

 
  • Mikroplar, bakteri, mantar ve virüs olmak üzere 3 çeşittir. Antibiyotik doğrudan bakteri ve mantar cinsindeki mikropları öldürür. Özellikle bakteriler ,yüksek ateş ile seyreden sinüzit, irinli bademcik iltihabı, zatürre gibi hastalıklara neden olur.

 
  • Nezle gibi hafif ateş, burun akıntısı, hapşırık, göz yaşarması ve ses değişikliği ile seyreden hastalıklar çoğu zaman virüslerden kaynaklanmakta. Antibiyotik kullanımı virüsleri etkilemediğinden nezle gibi durumlarda antibiyotik kullanılması boşuna olabiliyor.

 
  • Antibiyotiklerin doğru hastalıklarda ve doğru sürelerle kullanılması önemli. Bir önceki reçeteden kalma kullanılmış antibiyotikler asla kullanılmamalıdır.

 
  • İlaçlar uygun olmayan şartlarda kullanıldığında, bakterilerin antibiyotiklere direnç geliştirebiliyor. Antibiyotikler tüm bakterilerde değil; ancak bazılarında etkili.

 
  • Uygun dozda ve sürede kullanılmadığı takdirde antibiyotiğe dirençli daha çok bakteri üremesine neden olunabiliyor. Mesela soğuk algınlığına yakalanan bir çocuk virüs ile enfekte olduğu durumda tedavi için uygun bir antibiyotik yoktur. Antibiyotik kullanımı kararını doktorunuz vermelidir. Bu konuda anne ve babaların bilgi sahibi olması çok önemlidir.

 
Bugün tavsiye edeceğim çok eğlenceli bir kitap var. Bir Mikrobun Yolcuğu, Tübitak Popüler Bilim Kitaplarının yayımladığı, mikropların yolculuğunu çok da eğlenceli bir dilde anlatan bir kitap. Bir Kral Kelebeğin Yolculuğu, Bir Yağmur Damlasının Yolculuğu, ve Bir Plastik Şişenin Yolculuğu ise serinin diğer üç kitabı. Resimler de gerçekten çok güzel. Bakalım bu kitabımız da "Yeşil mikroplar neler yapıyorlar?"
 
 
 
 
"Bizi hasta yapan mikroplar nereden geliyor? ve - hapşuuuuuu!- nereye gitti şimdi? Bakalım nerelere gitmiş. Takip etmeye başlayalım o zaman!!" Demir en çok da partici mikrobu seviyormuş öyle diyor okurken. Mikropların sadece masal kitaplarında kalması dileğiyle!!
 

 
 
 
 
 
 
      
 
 
 
 
 

12 Ocak 2015 Pazartesi

Masal saatleri!


 
 


     Masal saatleri, sadece Demir için değil,"annesi" içinde, birlikte geçirilen keyifli zamanlardan.. Ben ona okumayı seviyorum. İlk kitabını aldığımızda çok küçüktü. Önceleri okurken hemen sıkılıyordu; biz de sadece sayfalardaki resimlere bakıyorduk. Bu ona yetiyordu zorlamaya gerek yoktu. Büyüdükçe benim tahminimin aksine bayağı ilgili olmaya başladı. Her çocuk gibi oyuncaklarıyla oynamayı çok seviyordu; ama gün içinde veya uykudan önce de masal okumamı istiyordu. Zamanla, sadece oyuncaklar değil, masalları da arkadaşı oldu.
  
     Önemli olan onun yaşına, gelişimine uygun ve aynı zamanda ilgisini de çekecek kitaplar bulmak. Zamanla çocuğunuzun kitap okuma alışkanlığı kazandığını, hayal gücünün ve kelime dağarcığının geliştiğini fark edeceksiniz. Özel bir anaokulunun rehberlik servisi, çocukları doğru yönlendirmenin ilerideki okur-yazarlık yeteneğinin gelişimi için çok önemli olduğunu söylüyor.
 
Kitap okumanın gelişime katkıları:

          Dil ve Zihinsel Gelişime Katkısı
 
          • Dinleme, taklit etme ve dil ile  ilgili alıştırmalar yapmasını sağlar.
• Kelime hazinesini geliştirir.
• Hayal gücünü geliştirir, hayal günü kullanarak kendi ürününü oluşturma hazzını verir (yaratıcı düşünme).
• Gördüğü şekilleri algılamayı öğrenir.
• Belleğini geliştirir.
• Dikkatini yoğunlaştırma ve dinleme sabrını kazandırır.
• Okuma ilgisini uyandırır


           Duygusal Gelişime Katkısı
 •  Dinlediği hikâyelerdeki kahramanlarla duygusal olarak özdeşim kuran çocuk başkalarının da  aynı duyguları yaşadığını görür, duygu paylaşımı sağlanır ve kendisini yalnız hissetmez.
• Duyguların doğallığını keşfeder.
• Yaşadığı ve yaşayacağı duygusal olaylarda nasıl davranacağına daha önce okunan hikâyelerle hazırlık yapmış olur.
 • Yetişkin ile birlikte okunduğunda onunla değerli ve hoş bir zaman geçirmenin yanında ilişkiyi kuvvetlendirir.

Sosyal Gelişime
• Sosyal hayatta önemli olan insan ilişkilerinin (paylaşma, sorumluluk alma, yardımlaşma, hoş görülü olma vb.) önemini ve nasıl uygulanması gerektiğini hikâyelerle yaşayarak öğrenir.
• Örneklenen olaylardan etkilenerek sosyal uyumu kolaylaştırır. 
(Alıntı)

     Okumanın gelişime olan katkılarından sonra gelelim, bugün tavsiye etmek istediğim iki tane masal kitabına.. Redhouse Kidz Çocuk Kitapları'nın yayımladığı, Leyla Fonten'den Öyküler adı altında, birbirinden farklı dokuz adet masal kitabı var. Leyle Fonten, meşhur fabl yazarı La Fontaine'in torununun torununun torunu olup, evinde çeşit çeşit hayvanları beslemekte; kediden kirpiye, köpekten fareye, kurbağadan örümceğe, balık, kuş ve sinek bile.. Sinek mi? Örümcek mi? demeyin, hayvanları çok seven  Leyle Fonten napsın? Her hayvanı çok seviyor. Hatta hepsinin birbirinden farklı huyu olsa bile. Dokuz kitaplık bir seriden,bizde henüz iki adet mevcut; ama serinin diğer kitaplarını da en yakın zamanla almayı düşünüyorum.



     Öfkeli Örümcek Rıza, serinin diğerlerini de merak etmemizin sebebi. Bu örümcek öfkeli mi öfkeli. "Öfkeli örümcek olur mu?" demeyin. Demek ki oluyor. Geçen sabah erkenden kalktığında Rıza, bakın nelere sinirlenmiş..

                                         
                                        


    Bilmiş Fare Tuna, ise bir görseniz ne kadar bilmiş. Evdeki tüm hayvanlar şikayetçi bu fareden. Bakalım neler neler olmuş masalda..

    Mutsuz Kedi Dila, İnatçı Kirpi Mina, Utangaç Köpek Kaya, Kıskanç Kurbağa Eda, Sabırsız Sinek Feza, Tembel Balık Sefa ve Korkak Kuş Sema isimli diğer kitaplar ise sizi bekliyor. Demir şimdiden üçüncü masalını seçti bile =)

   Her hayvanın ayrı ayrı huyu var. Leyla Fonten hepsini seviyor buna rağmen. Çocuklarda görülebilen, mutsuzluk, inatçılık, sabırsızlık, utangaçlık, sinirlilik gibi  davranışların, masalda hayvanlar aracılığı ile anlatılıp, daha sonra sorunlara çözüm bulunması adına, küçüklere yardımcı olabilecek harika bir seri.. Tabii annelere de..Keyifli okumalar sevgili anneler!

























 

9 Ocak 2015 Cuma

Kar tatili mi dediniz??

                             
                              
                                        


      Yoğun kar yağışının ardından hepimiz trafikte yaşanan sıkıntıları biliriz. Kar yağmaya başladı mı; tüm bunlara hazırla kendini. Karlı bir güne uyanmak çok güzel; kabul! Almışsın eline kahveni, çayını, en sevdiğin koltukta, izlemesi güzel tabii, camın arkasından yağan, lapa lapa karı!! Diğer bir taraftan çıkmak zorundaysan dışarı, işe gidebilme telaşı başlar. İlk iki saniye iyi de, sonra donmaya başlar parmaklar. "Araba ile giderim ne olacak, ben iyi şoförüm" deyip te o hava şartlarında kendini kandırırsan. Tam da seyirlik korku ,gerilim, komedi, bilim kurgu, drama..vs  hepsini barındıran bir filmin baş kahramanı olursunuz. Başıma gelmişliği var, boşuna yazmıyorum yani..=)

    Geçmiş zaman, Ankara'nın bir ucundan bir ucuna gidiyorum. Nasıl kar yağıyor ama anlatamam. Bende bir yandan ilerlerken bir yandan da diyorum" Ne kadar karanlık yol, farlar yetersiz herhalde yolu aydınlatamıyor." Siz sakın farların üstündeki karı da temizlemeyi unutmayın olur mu?!?! Kendiliğinden temizlenmiyor. Denendi, onaylandı..=) Bazen "şaşkın ördek" olabiliyorum sanırım, bu anda o anlardan biriydi!

    Hımm!! Gelelim diğer bir konuya. Buraya ekstra dikkat lütfen.. Çift bilinmeyenli denklem gibi bir cümle oldu!!=))) Başlıyorum.. "Her tatil güzeldir ve tatilin uzunu daha bir güzeldir. Bu durumda kar tatilinin de güzel olması beklenir, ve doğru orantı yaparsak uzun kar tatilinin de doğal olarak güzel olması tabii.. "Şimdi olay burada değişiyor. 4 yaşında, her an oyun ve eğlence peşinde olan minik bir "erkek çocuğu" olan bir anne için, evde geçirilecek uzuuuuuuuuuun bir kar tatili ne demek bileniniz var mı eyyy dostlar?!?!?
    
      Soğukta ve bu tehlikeli buzlu yollarda bende çocuğumu ısrarla okula gönderecek kadar cani değilim? değilim di mi? azıcık düşündüm ama =) Neyse iki gün tamam dedik idare ederiz. İçimden bir ses diyor ki ama "idare edemem anne idare edemem!!! Oldu sana üçüncü gün, "sıkıldım anne! sıkıldım anne! demeye başladı bizimki haklı olarak, ama o sırada bir de amuda kalkıp belimde de bir hulahop eksik.( ama küçükken her kız gibi benimde vardı, geçtik o günleri). Dün örümcek adam olmak iyi fikirdi ama, şu an evin bir ucundan bir ucuna uzanan şu bildiğimiz yapışkan bant ile yaşıyoruz. Bunu bozmayacakmışız, bu örümcek adamın ağıymış ve üstüne küçük arabalar yapışmış durumda. Arada düşüyorlar.. Bilimum etkinlik ve akıl sınırlarını zorlayıcı masal saatleri de cabası..O yaşta çocuk kendi arkadaşlarını istiyor, anne ve baba ile oyun bir yere kadar. Sen kaşındın hak ettin bunları diyorum bir yandan kendi kendime. "Kar yağsın, kar yağsın" diye yanıp tutuşan ben! Ama yanlışı nerde yaptım buldum sonradan. "Kar yağsın, kar yağsın" derken okulları tatil etmeyecek kadar yağsın demeyi bir daha asla unutma eyy! sen eve tıkılan zavallı anne! En iyi çocuk okula giden çocukmuş meğer.

    Bu arada bugün de tatil demiş miydim? Umutsuzca kahvaltı hazırlarken, birden kapı çalar; açarsınız ve bir bakarsınız ki karşınızda ,tükenmiş bir annenin yardımına koşan kanatsız bir melek.. İşte ona "Anneanne" denir.

8 Ocak 2015 Perşembe

Anne karnındaki bebeğin günlüğü.. Mutlaka izleyin!!




Bir arkadaşımın paylaştığı çok güzel bir animasyonu (baby in the womb), tüm anne adayları ve annelerle paylaşmak istedim.. İsteyen her kadının bu duyguyu yaşaması dileğiyle..





Kariyer mi? Çocuk mu?



   


   Anne olmadan önce aklıma gelmeyen konulardan bir tanesi de budur herhalde. Ayrıca neden böyle bir şey aklıma gelsin ki!! Dünya bir farklı dönüyor o zamanlar.. Ayakların çoğu zaman yere basmıyor bile!! Benim çocuksu bir yanım vardır kabul ediyorum ama bu yanımın aksine bazen hayatı gerektiğinden fazla ciddiye alıyorum.

    Kadınlar için derler ki "Anne olma duygusu, her kadının doğuştan içindedir" Ben de aynen katılıyorum; küçücük kız çocuklarının, daha kendileri minicikken, bebeklerle oynamasından belli; ama ne oynamak.. Oyuncak bebeğin annesi olur; annesinin yaptıklarını, o da aynen kendi bebeğine yapar. Uyutur, ayağında sallar, bezini değiştirir, yemek yedirir.. Bu arada oyuncak bebek çok usludur ama minik anneyi hiç üzmez. Büyüdüğünde gerçekten "anne" olduğunda başına geleceklerden habersiz ;)) Annem anlatır; ben, kendi minik bebeğime yemek yedirip uyutmaktan çok, sürekli soyup soyup yıkarmışım. Demir ilk doğduğu zamanlar nedense benim küçüklüğümde ki gibi kolay olmadı hiçbir şey!! Annelik de zamanla öğrenilen ve tecrübe kazanılan bir şey.. Kızların aksine, yaşıtları erkek çocuklarının tek dersi ise arabalar, uçaklar..vs. Bu böyle gelmiş böyle gider:))

   Gelelim asıl konumuza Kariyer mi? Çocuk mu? Geçen gün televizyon izlerken gördüm; bir kanalın haber saatinde, bir anket düzenlenmiş; konusu "Kariyer ve Çocuk" üzerine.. Bu konu nedense daimi  anneleri ilgilendiren bir konu, biz kadınlar sahiplendik bu konuyu daha doğrusu.. Kadın kariyer yaparken, erkek de aynı kariyeri yapıyor..Eeee?? Kimse erkeklere sormuyor ama.. Günümüzde artık erkeğin olduğu kadar kadın da iş dünyasında rekabete ortak, hem de fazlasıyla!

    Ben bizzat yaşadım ki iş görüşmelerinde artık özele girilerek "Yakın zamanda çocuk düşünüyor musunuz?" diye sorulabiliyor. Ne cevap vermeli acaba, değil mi? Ya da daha önemlisi bu soru neden sorulur? Ama erkeklerin böyle bir soru ile karşılaşmış olabileceklerini düşünmüyorum. Aynı işi yapabildikleri halde işverenlerin eleman alımında erkeği tercih etmesine anlam vermekte zorlanıyorum. Bunun nedeni ise anneysen veya olmak istiyorsan, iş dünyasının ne yazık ki bunu bir engel gibi görmesi. Zor hem de çok zor kabul ediyorum. Babalar kızmasın ama anne ile çocuğunun ilişkisi daha farklı. Kabul ediyorum. Ama sadece kadın için bu kadar zor olmamalı. "Çocuk da yaparım kariyer de" diyebilmek ne yazık ki giderek zorlaşıyor. Ben her zaman bu fikri savunmama rağmen, ne yazık ki çoğu zaman bu düşüncemin altüst olduğu zamanlar oldu. Bunu yaratan olaylarda iş dünyasındaki eşitsizlikler!

--------------------------------------------------------------------------------
İstanbul - İngiltere'de yapılan bir araştırma, kariyerlerinde başarılı olan kadınların evliliklerini yürütmekte zorlandıklarını gösteriyor.
 
Araştırmanın sonuçlarına göre kadınların çoğu, çocuklarını evde bıraktıklarında vicdan azabı çekiyor, stresli ve huzursuz olabiliyor. Anket'e göre:
  • İşinde başarılı kadınların evliliğe olumlu bakışı, erkeklere oranla üç kat az. (neden acaba?!?!) 

  •  Evlenen işkadınlarının boşanma oranı ise, aynı pozisyonda çalışan erkeklere oranla iki kat daha fazla.

  • İngiltere'de kadınlar işgücünün yüzde 45'ini oluşturduğu halde yalnızca yüzde 6'sı yönetici kadrosunda.

Tüm dünyanın merak ettiği ve sadece kadınlara sorulan soru:  Kariyer mi? Çocuk mu? Sizce?

6 Ocak 2015 Salı

Hoşçakal Bez!

 
 


 
    Biz bu süreci çoktan atlattık. Ama ben bu konuya değinmeden edemedim. Bu süreç gerçekten her aile için zor. Kız çocukları, erkek çocuklarına göre biraz daha erken yaşlarda bezden kurtulabiliyor. Bir yerde okumuştum; kızlar, bezi kirliyken daha fazla rahatsız olup, annesine bu konuda kolaylık sağlayabiliyorlarmış. Erkek çocukları için aynı şey söz konusu değil!! Erkekler kolay kolay rahatsız olmuyormuş, ama istisnalar var tabii. Bu nedenle altı kirli veya temiz; umurlarında değil. Büyüdüklerinde de pek farklı olmuyorlar bu nedenle!! (kızlarla kıyaslanınca)
 
     Biz bu geçişi çok kolay ya da çok zor geçirdik diyemem. Geçmişe dönüp baktığımda zor yanları daha fazla hatırlıyorum ama. Dediğim gibi kimse kolay olacak dememişti zaten. Demir neredeyse 3 yaşına yaklaşmıştı ki (ben daha önceki girişimlerimden zamanın doğru olmadığını anlamıştım) artık tamam "doğru zaman bu zaman" dediğimi hatırlıyorum. Mevsimlerden yaz olması ve de yazlıkta olmamız sanırım beni bu düşünceye iten şey oldu. "Çok üşümez, kilot ile gezsin bakalım" diye düşündüm.( Mcqueen'li  kiloduyla, bezi bırakacağız ya). Çok yakın arkadaşımın kızı da yavaş yavaş bezi bırakmaya başlamıştı.(Demir ile aynı yaştalar). Her çocuk farklıdır; kimi daha da küçükken rahatsızlığını belli eder, kimi daha geç. Bu durumda anne ne kadar hazır olsa da, önce çocuk hazır olmalı. Çoğu anne kolay atlatabileceği bu dönemi hem kendi hem de çocuğu için çok çok zor bir sürece dönüştürebiliyor.
 
     Sanırım her yerde yazan ilk şey kararlı olun. Demesi kolay biliyorum, bende bu cümleleri çok kez duydum. Sabretmesini öğrenmek çok zor ama başka yolu yok ne yazık ki. İlk denemeler çokkkk yıpratıcı anne için.. Sonrası için bol sabır bol sabır!! Bu konuda çok okudum ve gözlemledim ne yalan söyleyeyim. Bir de kitap önerim var! Bence bu konuda çok başarılı bir kitap. Başta dediğim gibi her çocuk aynı değil. Birinin söylediğini uygulamaya kalksam benim çocuğumda geri tepiyor. Eeee! sonra dedim ki, ben en iyisi kendi doğrularımı uygulayayım. Tabii ki bu süreçte belli başlı doğrular var onları göz ardı etmek olmaz!! Uzmanlar 30 aylık olmuş bir çocuk için ideal zaman olduğunu düşünüyor. Tuvalet ihtiyacını kontrol etmek için kaslarını kullanmalı, bu da tam o aylara denk geliyor demek ki!
 
 
Bu dönem nasıl daha rahat atlatılır sevgili anneler?
 
  • Doğru zaman sadece anneye göre belirlenmiyor ne yazık ki; çocuğunu gözlemlemen gerekiyor. Hem fiziksel hem de psikolojik açıdan kendini hazır hissetmeli yani yeterince büyümeli. Onunla bu konular ile ilgili yavaş yavaş konuşmak çok önemli. "Bez artık seni rahatsız edebilir, sen artık bebek değilsin; bak ne güzel iç çamaşırları aldım sana." gibi
  •  
  • Kafasının karışmasına yönelik durumlar yaratmayın. Şöyle ki bezi çıkarınca uzun bir süre tekrar bağlamayın. Bırakın iç çamaşırını ıslatsın. Herhalde böyle bin kere ıslanan iç çamaşırı değiştirdim. Uzmanlar bir kere çıkarınca tekrar asla bağlamayın diyor ama ben bunu uygulayamadım. İlk zamanlar evde bezsiz, fakat dışarı çıkarken 1-2 saatliğine bez takıyordum. Zamanla o da bitti. Yalnız geceleri uzun bir süre gece kilodu giydirdim.(bu ismi ben taktım)Bez gibi emici fakat iç çamaşırı gibi giyiliyordu. Denize girerken giydiği bez mayolar gibiydi ama daha inceydi sanırım."Sen artık büyüdün bak bu bez değil, gece kilodu bıdığım!!" gibi cümleler etkili oldu bizde.
     
  • Bu süreçte sizi de uygun şartlarda gözlemlemesine izin verin. Bunun çok doğal bir süreç olduğunu anlasın!! "Bak benim de bezim yok, sen de büyüdün artık senin de olmasın, değil mi?" gibi      
  •  
  •  Olmuyor deyip bırakmak istediğim zamanlar oldu. Tam bezi bıraktık derken kakasını tutmaya başladı. En büyük hata ise ısrarcılık oluyor. Çocuğunuz korkup çişini, kakasını tutabiliyor. Bunun sonucu (bizim de yaşadığımız) fitil gibi can sıkıcı süreçler…Biz kesinlikle ısrarcı olmamamıza rağmen, kaka tutma sorununu ne yazık ki yaşadık. Yoğun bir şekilde ısrarcı olursanız, üzerine bir de çocuğunuzun yaşayacağı psikolojik ve fizyolojik rahatsızlıkları da ekleyip, "Hoş geldin, kabus!" demek zorunda kalırsınız!!
     
  • Demir, çişini lazımlığa veya tuvalete yapıp, kakasını  yapmayı reddediyordu. Çoğu kez bir baktım ki onu da kiloduna yapmış; sonra bana her seferin de "Olsun anne dimi?" diye sorardı. Ben de "Evet annecim olsun" derdim. Kakasını ısrarla bezine yapmak isteyen çocuğunuza şöyle diyebilirsiniz. "Kakan gelince bana söyle, bezini bağlayalım." Uzmanlar bu  teklife  6 ay devam edebileceğinizi söylüyor. Paniklemeyin ve ısrarcı olmayın. Çünkü kaka büyük bir parçadır ve çocuk “benden bir parça kopuyor” zannedebiliyormuş ve bu da ister istemez onu korkutabilir.   
     
  • Ben ilk başlarda özellikle dışardayken "çiş var mi? çiş var mi?" diye sorar olmuştum hem de iki dakika da bir!! Benim ki korkudan; ya kaçırırsa diye. Hiç de kaçırmadı; ben yaptığım panikle kaldım. 3-4 saatte bir sormak yeterli, uzmanların görüşüne göre!! 
     
  • Lazımlık mı? yoksa klozet üstü kapak mı? Uzmanlar bu  konuda da seçimin çocuğun yapmasını öneriyor. Ayrıca dikkat edilmesi gereken bazı noktalar var.od "Lazımlığı evin içindeki odalarda dolaştırmayın" deseler de, biz bazen bu kuralı altüst ediyoruz ne yazık ki!! Eğer klozet üstü kapak kullanmayı isterse (biz de mevcut ama hala lazımlık ilk seçim oluyor), ayaklarının altına tabure gibi bir yükseklik koyarak ayaklarının yere basmasını sağlamak daha doğru. Böylece kendini daha güvende hisseder. "Tuvalet eğitimi sırasında dışarı çıkarken bez bağlamayın. O zaman çocuğun kafası karışır ve kavram kargaşası yaşar." Çok doğru!! Ama dediğim gibi biz bir süre bunu yapamadık!! Veeee! en önemlisi de tuvaletini lazımlığına yaptığında, onu övün ama yapmadığı zaman kızıp kınamayın!!!! Korkmayın eninde sonunda öğreniyorlar. Son olarak aile hayatınızda kardeş doğumu, taşınma, kreşe başlama, boşanma gibi değişimler yaşanıyorsa, tuvalet eğitimine bu dönemlerde başlamayın. Bu gibi durumlarda çocuk tam tersi hareketlerde bulunabiliyor.
     
         Gelelim bugün tavsiye ettiğim kitaba;
 
       
 
 
    Güle Güle Kakalar, benim de araştırmalarım sonucunda edindiğim ve gerçekten de fazlasıyla yararlandığım bir kitap! "Arda, bezi bırakıp lazımlık çağına gelmişti, ama kendini buna hazır hissetmiyordu." Sonrasında neler oldu acaba?? Kitapta çok güzel bir öykü var hem de alışılmışın dışında..=) Öykünün yanı sıra, kitabın arkasında ebeveyn rehberi var. Ben gerçekten tavsiye ediyorum. Demir bir ara bu kitabı elinden düşürmüyordu. Korku ve endişelerini yenmelerinde faydalı olabilecek başarılı bir kitap. Denendi, onaylandı!!! Bu süreçte çocuğunuza okuyabileceğiniz çok keyifli bir hikayesi var! Miniklerin dünyası bizden çok farklı. İşte bu nedenle bu kitap tam da miniklere göre!