9 Aralık 2015 Çarşamba

Yine yeni yeniden..

   



           Geçen gün severek takip ettiğim bir annenin blog'unda harika bir hamile sloganı ile karşılaştım. Kendisi üçüncü bebeğine hamile =) Bu konuda ne kadar deneyimli olduğunu siz düşünün artık!! Yanlış olmasın ama doğuma 1 ay kalmış..Son 1 ay!! =) Hemen panik oldum bak şimdi.. Benim daha 2 ayım var ama nedense o "son 1 ay" cümlesi beni tedirgin etmeye yetti. Son zamanlarda benim hormonlar dorukta elbet, zaten bayağı bir sulugözümdür şimdi görmeyin halimi!! Ona buna ağlar oldum..Sokakta teyzelerin ise "Allah kurtarsın" demelerindeki  anlam ve önemi çok iyi anlamış bulunmaktayım..Bir kez daha! Demir'de yani ilk bebeğim de de çok duydum bu cümleyi..Teyzeler haklı valla ne diyeyim.. Demir'im büyüyen karnımı gördükçe şaşırıyor; en son endişesi de göbek deliğimin dışarı fırtlamış olmasıymış, geçer miymiş?? Çok hoşuma gidiyor bu soruları =) Geçer canım oğlum, sana hamileyken de böyle oldu sonra geçti deyince rahatladı sanki..=) "Anne olmak çok zormuş" diyor son günlerde..=) Beni düşünen minik bir erkeğim var..Geçen gün "sen eğilme sakın ben sana yardım edeyim anne" bile dedi ve botumun fermuarını o çekti minicik elleriyle.. eee!! ben buna bir saat ağlarım şimdi..Benim canım oğlum her şeyim büyüdü de annesine yardım ediyor =)) Artık kardeşini iyice merak ediyor sürekli sorular soruyor bir yandan küçük abi..=)

Demirim:Bebek buraya nasıl geldi peki?

Annesi; Sana aldığım kitapta okuduk ya Demir'im, anne hücresi ve baba hücresi birleşince bebek oluşmaya başlıyor ve annenin karnında büyüyor.

Veeeee!! son zamanların en korktuğum sorusu ile karşılaştım birden!! o sormadan detaylara girmeye gerek yoktu çünkü. Bir yerde okumuştum çocukların sadece sorduğu sorulara cevap verin detaya girip kafa karıştırmaya gerek yok diye.

Demir: Peki erkek hücresi oraya nasıl gelmiş anne??

ŞOK! ŞOK! ŞOK!  Ne cevap vereceğini bilemeyen şaşkın anne birden soruya soruyla cevap verir!

Annesi; Sence nasıl olabilir Demir'im? diye sorup olacakları bekler.

Demir düşünür düşünür ve birden bomba bir cevap gelir. "Bence öpüşerek!!!" =)))))

Annesi bir ohh!! çeker ve "evet doğru bildin" der. Yalan değil bir doğruluk payı var ne de olsa..=))))))
Şimdilik bu bilgi yeter de artar bile ona, detaya girmeye hiç ama hiç gerek yok zira!!!!=))))))

İşte böyle atlatılır bu bilgide!!=)

          Dönelim hamilelik günlerime.. Aaa!! unutmadan son günlerin yeni modası da "bel ve çatı ağrısı"tabiiki.. Koltuktan veya yataktan kalkıp lavaboya veye başka bir yere gitme hızım dünyanın güneşin etrafında dönüş hızıyla eş değer!! Bu geçen sürede mevsimler değişir direk.. Birebir aynı hız!!=)) Bir görseniz halimi..=))) Bir oraya bir buraya.. Felaketttt...İşte hamilelik kolay değil tüm vücudumuz değişiyor elbet.. Çok uzattım..=) Neyse gelelim bu harika slogana!!





                                                   "Yere düşen yerde kalır!!"

Bayıldımmmm!!!=)) Son günlerin sloganı bu bence.. Bende düşündüm taşındım geçmiş aylara birer slogan buldum..=))


Burçin'in Hamilelik Sloganları:

1.Ay: Noluyor leyn bana? 

2.Ay: Uyurum, uyursun, uyur! 

3.Ay: Bir ömür geçer bu bulantı geçmez.

4.Ay: Yıkılmadım ayaktayım!!

5.Ay: Yaşanacaksa yaşanacak bu bel ağrıları ve ş(p)işmanlıklar!=)

6.Ay: Tutma yoksa kaçırırsın!

7.Ay: Yeren düşen yerde kalır!

8. Ay: Bir sana hasretim bir de gece uykusuna!

9.Ay: Şişko ayaklarından sen suçlusun!


Bu duyguları yine yeni yeniden yaşamak çok güzel her şeye rağmen..

Sizden de başka sloganlar bekliyorum bu arada!!=))


Tekrar görüşmek üzere...=)))




9 Ekim 2015 Cuma

Yeni heyecanlar..

     



        Eylül itibariyle minik erkeğimin okul serüveni başladı bile..İlk günlerdeki endişeleri ve sıkıntıları çok şükür geçti."Okulumu çok seviyorum anne" cümlesini bile duymuş bir anne olarak düşünün bendeki mutluluğu..İlk günlerin endişesini,sıkıntısını çocukla birlikte elbette anne-baba da hissediyor. O mutlu ve huzurlu olduğu sürece dünyalar bizim oluyor..=))

         Küçük adam bu sene fransızca eğitim veren bir okula başladı; ana sınıflarında yavaş yavaş fransızca eğitime başlıyorlar.Geçen gün veli toplantısı vardı okulda; genel bir toplantıydı,sınıfta yapılan etkinliklerden okulun eğitim-öğretim anlayışına kadar birçok konunun konuşulduğu bir toplantı..Çok da güzel geçti..Babamızla birlikte ne kadar doğru bir okul kararı verdiğimizi bir kez daha anladık..Umarım tüm okul hayatı böyle mutlu ve başarılı geçer..=)) Birkaç fransızca kelime öğrenmeye başlamış bile..Benim endişelerim yok değil elbet..Anlaşıldığı gibi fransızca eğitim veren bir okul, ingilizce ilkokul 4.sınıfta başlıyor. Eğitim dili fransızca olunca çocuklarda yavaş yavaş dile alışsın diye ana sınıflarında onlarla sadece fransızca konuşan fransız öğretmenleri de var.İki öğretmen bir arada yani..Çocuklar ilk aşamada bu farklı dili sevmeyebiliyorlar tabii. Demir'im de şimdilik böyle bir şey hissetmedim ama çocuk bu sonuçta belli olmaz..İki gün sonra gelip ben fransızcayı sevmiyorum dese şaşırmam yani..Bakalım durumlar ne gösterecek??

        Hımm!! bu arada benim minik erkeğim Demir'im gerçek anlamda ağabey oluyor. Aslında bu bomba haberi nasıl oldu da daha önce paylaşmadım diye düşünüyorum..Biraz zamana ihtiyacım vardı sanırım.. Geçmek bilmeyen bulantılar, uyku halleri ve zamansız yorgunluklarım rafa kalktı da yerini farklı sıkıntılar aldı..Sırt ağrıları ..vs işte hamileliğin olmazsa olmazları anlayacağınız..=)) Demir de yaşadığım mide bulantılarının ve çıkarmaların yanında bu seferki hiç kalır elbet..Tüm sıkıntılar unutuluyor ama.. Buna rağmen son zamanlarda hamileliği özler olmuştum desem ama 5 senenin ardından bu bulantıları tekrar yaşamak gerçekten zordu benim için, yinede evimizin yeni "erkeği" için her şeye değer....Evetttt!!! yanlış duymadınız..Minik bir erkek daha geliyor.=)) Çok ama çok heyecanlıyız..=)

Annesi: Demir'im senin kardeşin olacak inşallahh!!
Demir: Erkek olsun anne!!
Annesi: Neden annecim??
Demir: Onunla lego ve araba oynarız bence..
Annesi: Tamam aşkım inşallah!!=))



Yukarıdaki resim tam da bizim aileyi anlatıyor ama şimdilik bir köpeğimiz eksik..=))Eeeeee!! babamız da lego ekibini tamamlayacak gibi görünüyor..=)) Minik bebişimiz evimize yeni heyecanlar yeni sürprizler getirecek inşallah!! Hamilelikten midir nedir sürekli bir duygusala bağlıyorum..Ahhh!! bu hormonlar yaktın beni....


Hamilelik serüvenleri başlasın o zmn..=)

Görüşmek üzere!!!=))


26 Ağustos 2015 Çarşamba

Eylül gelirken..

      


      Çok mu zaman oldu bilmem en azından bana öyle geldiği kesin; yazılarıma ara verdiğim ve vakit bulamadığım doğrudur.Haklı sebeplerim var elbet!! =) Sebeplerimden en geçerli olanına gelince...=)) Hımm!! biraz daha zamanı var sanırım bu konuda aydınlatıcı bilgi vermeye..=)) Çok az kaldı ama çokkk az!!=)) 

      Yaz bu sene çabuk geçti; ya da bana öyle geldi. Bilemedim.. Ayvalığa gittik geldik sezonu kapattık..Bu arada Eylül ayı yaklaşırken bir yandan da aldı beni bir telaş..6 Eylül bıdığımın doğum günü!! 

Demir'im:Anne doğum günüm gelince kaç yaşında olucam ben??
Annesi:5 olucaksın bıdığım..=))
Demir: Ooooo!! Kocaman oldum ben!!
Annesi: Evet Demir'im kocaman oldun..=) desem de o benim miniğim yaww daha!!=))))

       Parti hazırlıkları yavaş yavaş başlasın o zaman!!=)) Bu seneki konsept belli.. Demir adam, Hulk ve de Batman temalı ortaya karışık bir pasta hiç fena olmaz..Demir'in bayılacağına hiç şüphem yok!! Bu durumda pasta konusunda teyzemizden yardım almamız şart!! En son Barış eniştemizin doğum günü pastasını gördükten sonra başvurulacak ilk kişi Teyzemiz elbet!! =)) Orası kesin..

       Eylül ayı bir başkadır benim için.. Büyülüdür sanki... eee!! olmaz mı??  Bir 4 Eylül günü; aşık olduğum adam ile tüm ömrümü geçirmeye,ömrüm boyunca elini tutmaya "evet" demişim.. Sene 2007..=)) Ardından bir eylül günü sene 2010 hayatımın anlamı, nefesim, herşeyim, bıdığım, Demir'im canım oğlum gelmiş..... Hoşgelmiş...=))) Vaktin bu kadar çabuk geçtiğine inanmak imkansız!! İyice duygusala bağlamadan önce biri beni durdursun!!!! Hahh!! kapı çaldı..Zamanlama harika..=))) 

Demir'im bu arada yastıklardan ev ya da kale benzeri bir şeyler yapmakla meşgul..

Annesi:Demir'im ne yapıyorsun sen??
Demir: Ev yaptım bak yastıklarla..
Annesi:Aferin çok güzel olmuş da ben nereye oturayım
Demir: Saldanye de otur sen!!! (yaaaaaaa saldanye dedikçe ısırıcam ben bunu!!! Hiç düzeltmiyorum ama sandalye diye.. yaaaa yanlış söyledikçe çok hoşuma gidiyor ne yapayım??=)))) Elbet doğrusunu söyleyecek şimdilik böyle ısırmalık anlar çok ya kıymetini bileyim öyle değil mi ama??=))

Anne "saldanye" de oturur, ta ki poposu uyuşana kadar!!!

Bu sefer yazılarıma çok ara vermek yok...Söz =)

16 Mayıs 2015 Cumartesi

Demir Adam! =)

    

 
        Son zamanlarda yazmaya vakit ayıramadığım ve de çok özlediğim doğrudur. İşler güçlerden, diğer yandan peş peşe gelen ve bir türlü bitmek bilmeyen hastalıklardan vakit bulup da yazamadım. Tam da bu sırada yetiştirmem gereken çizimler..vs derken, koşuşturmadan yorgun düştüm elbet; neyse şimdi daha iyiyim. Demir'im de daha iyi; ikimiz bu haftayı bayağı bir hasta geçirdik. Mayıs'ın ortasına geldik bile.. Vakit ne kadar da çabuk geçiyor. Yaza az kaldı.. =) Tatil programımız henüz yok.. Ayvalık'ı çokkk özledik ama!!=)

       Yoğun geçen kış mevsimin ardından hayalini kurduğumuz güneş yavaş yavaş içimizi ısıtmaya başladı. Durum böyle olunca biz de son zamanlarda soluğu parkta alır olduk. Demir de elbette tüm çocuklar gibi parkı çok seviyor; sevilmeyecek gibi değil geçen gün baktım kimseler yok bende salıncakta salladım onunla birlikte. "Anne sen büyüksün sığmazsın salıncağa" dese de bende ki cevap aynen şöyle oldu "Kimm?? Ben mi sığmazmışım?? Al sığdım işte..=)) Yan yana sallandık Demir'imle..=) şaka bir yana çocukluğumu özlemişim ne yalan söyleyeyim...Salıncağı, kaydırağı, tahterevalliyi.. Birlikte oynadık anlayacağınız..=)

      Bıdığım bu aralar kendi kıyafetlerini kendi seçmek istiyor; örneğin "Batman" t-shirt ü son favorileri arasında. Hulk ve Iron man'ın yeri ayrı, ama Batman de favori kategorisinde yerini almış benden habersiz. =) "Okulda Tuna'da da aynı Hulk t-shirt ü var anne!!" O ayakkabı olmaz anne!! Bu daha güzel olur. Off! dünde bunu giymiştim. Bugün eşofman giymek istiyorum..

       Geçen pazar Demir'e spor ayakkabı almaya gittik; Demir,babası ve ben.. Geçen sene aldığımız 26 numara olan spor ayakkabının, aynısının 28 numarasını almamız ise hiç tesadüf değildi.. O kadar ayakkabı arasından "ben bunu seviyorum bunu alalım" diye tutturunca şu anda evde farklı numaralarda iki adet aynı spor ayakkabı mevcut!!!=)))

 Hımmm!! Başladık...=)


Not: Bende o spor ayakkabısını çok seviyorum.. Belli olmaz seneye de 30 numarasını alırız..
Hiç şaşırmam! Minik ayaklar büyüyor..=)

6 Nisan 2015 Pazartesi

Bir defter..=)




 
 
        Demir'im doğduğundan beri birlikte yaşanılan her anı, bizi güldüren soru cevaplarını özellikle ilklere dair her şeyi yazdığım küçük bir defterim var.. Yazmaya davam ediyorum hala.. Canım oğlum büyürken zaman hızla geçerken geriye dönüp tüm satırları tekrar tekrar okumak, yaşanılan o anları, ilk kelimeleri, ilk adım attığı tarihe dair hisselerimi yeniden hissetmek bana keyif verir, gülümsetir, duygulandırır.. Gülümserken bir yandan da gözlerimin yavaş yavaş dolduğunu hissederim her seferinde.. Beni çokkk güldürdüğü ve şaşırttığı kelimelerini ve hareketlerini yazmaya ise ba-yı-lı-yo-rum..=)


Demirim ve annelik serüvenim..

 6 Eylül 2010

Ben anne mi oldum şimdi??? Şokkkkk!!! Hayatımda gördüğüm en güzel bebeksin sen..


Sen hayatıma gelmeden önce ben ne yapıyormuşum acaba???

Uykusuz yorgun günler başlar elbet.. Emdi emmedi.. Sütüm yetti yetmedi.. Çok şükür iyi kilo almış demek ki sütüm yeterli ama yine de takviye gerekir mi acaba?? Niye bu kadar ağlıyor?? Neden uyumuyor?? Neden bu kadar gazı oldu?? Offf!! yine aşı zamanı.. Allahım ne olur çok ağlamasın..=((
Bana güldü evet beni tanıyor artık.. Ağla..=))) Yok ayağımda sallamadan uyumuyor ne yapacam ben??=(( Babası gel bir de arabasıyla sen dolaştır belki uyur. Üşüdü terledi.. Yok üstü kalın değil. Yoksa kalın mı?? İnce mi?? Rüzgar esti esmedi. Hasta olursa eğer. O pencereyi kapatalım bence. Havasız oldu açalım şimdi de. Hiçbir şey yemiyor çıldıracam şimdi. Açsa yer herhalde zorlamayayım.. Allahım saatlerdir acıkmaz mı bir çocuk..

Sonunda çıldırmamak elde değil gibi..=)) Bunları yaşamadım diyen var mı?? Yok.. =)) Devam edelim..=)

22 Temmuz 2011

"Yana doğru Demir" deyince minik başını yana doğru eğmeye bayılıyor. Ellerini iki  yanda sallamayı çok seviyor. 

Şimdi mi?? Elbette artık öyle yapmıyor..=) Bebekliğini hatırladıkça duygulanıyorum işte..=)


20 Ocak 2012

Demir'im küçük kelimelerle kendine göre konuşmaya başladı. En çok anne baba ve "ay dede" diyor. Bir de anane..=))


Gel de duygulanma..=)) Bana "anne" dedi yaaaa!!! Ağla...


29 EKİM 2011

 İlk adım!!!


Attığı ilk minik adımları düşünüyorum da korkudan ödüm patlıyordu düşecek diye.. Düştü de..=) Ne demişler "Çocuk düşe kalka büyür".  Haklılarmış.. Aynen öyle oluyormuş..=))


10 Şubat 2012

Buzdolabından Demir'in minik çorabı çıktı!

Nedense bu tip durumlara hiç şaşırmıyorum şimdilerde, her yerden her şey çıkma ihtimali bayağı bir yüksek çünkü.. Çantamdan sürekli çorap çıkıyor son günlerde ve tabii lego parçaları...vs yok yok yani!! Koltuk aralarında ise her türlü kırıntı mevcut.


23 Nisan 2012

Ağaçlara teker teker dokunmayı çok seviyor. Dokunduktan sonra da yukarı bakıp inceliyor ağaçları.

Hımmm!! Ağaç sevgimiz, aşkımız her geçen gün katlanarak artmış durumda. Dal parçalarıyla uyuyan, uyurken de elinde sımsıkı tutan bir oğlum var benim..=))


8 Mayıs 2012

Demir'imin her şeyi sorma sezonu açılmıştır. Benim küçük erkeğim büyüyor.=) Bir de yeni yeni taklitlerimiz başladı.

Halen devam..=))


16 Haziran 2012

Demirim bunlar ne??
Demir: Ababı
Evet Demircim aferin sana bunlar Ayakkabı!! =)

Demircim teyzenin adı ne??
Demir: Babu


Burçe diyemedi elbet ama kendince bulduğu kelime çok ama çok tatlıydı arada hala ben bile kardeşime "babu" der oldum..=)


19 Temmuz 2013

Demirim korkma denizden bak birlikte yüzüyoruz ne güzel.. Denizin tadını çıkar bak ne güzel di mi?
Denizin tadını çıkar deyince de Demir'im elini suya sokup denizin tadına baktı tabii..sonra da "Anne denizin tadı tuzluymuş, baktım" =) dedi.

Çok ama çok güldüğüm bir cevap asla unutamam..=))


3 Mayıs 2014

Demircim rüyalar nedir?
Demir: Beynimizin film izlemesidir.


Güzel düşünce valla..



İşte böyle geçmiş günler. Tam bir serüven =) Defterime yazmaya devam ediyorum bir yandan..=)

***


Demirce:

Ahpagog (ahtapot)

Pepeçe (peçete)

Abaca (acaba)

Donates (domates)

Mamyon (kamyon)

Manina ( mandalina)

Mu ( muz)

Vu ( su)

Ababa ( araba)

Saldanye (sandalye)

Kepçak ( ketçap)

Nutolya ( Nutella)

Diorgion ( Gordion)

Skiter (sticker)

Şeftavi ( şeftali)

Limomata ( limonata)

Demirce kelimelerin bir bölümü diyelim..=)


Anne itirafları bölümümden..

1.Demirimi emzikten vazgeçirmeye çalışırken diğer yandan mızmızlandığı an sonunda dayanamayıp emziğini veriyorum yine azıcık keyfi yerine gelsin diye..:))

2.Yemek konusunda sıkıntıda olduğumuz için yemek saatleri gelince sağolsun annem yanımdaysa eğer hemen olayı canım anneme paslıyorum.. :)) Yemek yedirmeye çalışmak işkence bile değil daha da kötüsü...

3.Gece demirimin uyku saati yaklaştıkça içimde acayip bir mutluluk oluyor!!:)) O uyuduktan sonra günün ilk bir saati bana ait... Zaten bende mecburiyetten erken yatıyorum.. Sabah erkenden beni uyandıracak bir adet minik oğlum var çünkü.. "Uykusuzsan eğer, ben ben değilim çünkü =)

4.Demiri kim uyutucak diye babamızla kura çekiyoruz bu aralar.. İnanamıyorum bu sefer kim uyutsun diye kura çekiyoruz resmen :))) Uyku sorunu yaşadığımız şu sıralar saat 03:00 ve hala ayakta olan minik bir oğlan var salonun ortasında, anne ve baba koltukta sızmak üzere.. Acil yardımmmm!!! Pardon biri çoktan sızmış... İş yine anneye kaldı yine!! offff!!! =((

Bu itirafları da  Demir 19 aylıkken yazmışım..=) Ama bu itiraf bölümünü sevdim; devam edeyim bari yazmaya.. Yine paylaşırım..



Sizde anne itiraflarınızı -baba itirafı da olur elbet- paylaşırsanız çok sevinirim..

Sevgiyle kalın..=)


                                                 

 

3 Nisan 2015 Cuma

Yaramaz mı dediniz???

 
 


           Geçmişe dönüp  kendi çocukluğumu hatırladıkça yüzümde bir gülümseme oluşur hemen.. Annem hareketli, kıpır kıpır, mutlu ve hayli konuşkan bir çocuk olduğumu söyler hep. Aaa!! bir de inanılmaz sevimli!=)) Babam da anneme katılmakla birlikte her zaman güler yüzlü ve sevecen olduğumu da ekler..=) Kardeşim, ablaların en mükemmeli olduğumu, canım dedem - canım anneannem , nur içinde yatsın canım babaannem beni ne kadar çok sevdiklerine eminim elbet ama belki de benim çoğu zaman yaramaz olduğumu düşünmüşlerdir kendilerince.. Bir türlü yerinde duramayan, sürekli etrafı karıştıran ve her zaman anlatacak bir olayı olan durmadan konuşan ayrıca yüksek sesle gülmeyi çok seven (halen!!) bir kız çocuğu elbette onlar için "yaramaz" sınıfına girebilir öyle değil mi??
 
          "Yaramaz" kelimesi günümüzde söz dinlemeyen, uslu durmayan, yasaklanan şeyleri yapmakta ısrarcı olan tüm çocuklar için kullanılan ortak bir kelime durumunda. Peki bu durumda yaramaz olmak ne kadar da kötü bir şeymiş böyle.. Yaramaz olmak gerçekten bu kadar kötü mü peki?? Demir'e yapmaması gereken yanlış bir davranışı olduğunda onu ikinci ya da üçüncü kez, bu sefer daha sert bir şekilde uyarırken şu cümleleri çok işittim. "Sen şanslısın yaramaz çocuk görmemişsin hiç!" Tamam Demir'im genel anlamda sakin bir çocuk bende bunun farkındayım ama adı üstünde çocuk; elbette o ve diğer tüm çocuklar koşup oynayacak etrafı dağıtacak; eğer içlerinden biri diğerlerine nazaran daha hareketliyse, o halde aranılan yaramazı bulduk demektir.. Yaramaz çocuk diye etiketleriz hemen. İnsan çocukken yaramaz olmayıp ne zaman olacak peki?

         Anne-babalar için "yaramaz çocuk" tam bir kabus olabiliyor hatta dayanılmaz yorucu bir duruma dönüşüyor. Kendine zarar vermediği ya da herhangi bir tehlike oluşturmadığı sürece varsın biraz yaramaz olsun. Elbette ki "Her şeyin çoğu zarar" bunda hepimiz hemfikiriz. Kesinlikle kontrol edilemeyen çocuklar görüyorum çevremde; uç noktalarda örnekler yok değil tabii ki; etrafta Tazmanya canavarı gibi durmadan dönen, koşan, tırmanan, atlayan dur durak bilmeyen anne ve babalarına tepkili sürekli inatlaşan çocuklara tanık oluyorum ve çoğu zaman yanlarındaki ebeveynlerinin suratındaki çaresizliği, korkuyu, utancı ve siniri hissediyorum. Hak verdiğimde oluyor elbet ama sanırım o anda çocuğa daha çok hak veriyorum. Çocuk bu hareketiyle bir olaya, bir kişiye ( anne- babaya..vs) ya da bir duruma karşı tepkisini anlatmaya çalışıyor olabileceğini düşünüyorum hep ya da çocuk, anne ve babasının ilgisini bu şekilde çekebileceğini bile düşünüyor olabilir. Bu benim kendi görüşüm muhakkak. Biz yetişkinlerin aksine çocuklar çoğu zaman kelimelere ve cümlelere ihtiyaç duymayabiliyorlar çünkü; üzüntülerini, sıkıntılarını, mutluluklarını ve coşkularını hareketleriyle anlatmak ilk tercihleri olabiliyor. Her türlü ihtimali geçin çocuk belki böyle mutlu oluyor çünkü her çocuk çevremdekiler ne der diye düşünmeden içinden geldiği gibi hareket eder; bağırır, çağırır, koşar, atlar..=) Ben pedagog değilim elbet sadece kendi tecrübelerimi ve gözlemlerimi paylaşan bir anneyim. Demir'in annesiyim..=) Çocuğun amacının yaramazlık olmadığını, çoğu zaman "amaca giden" yolda yaramazlığı kullandığını düşünüyorum sadece. Çocukluk dönemi zor bir dönem; kararların çoğu zaman anne ve babası tarafından verildiği, sürekli neyin doğru neyin yanlış olduğunun anlatıldığı yaramazlığa hiç tahammül edilmediği çocuklar için aşılması gerçekten zor bir dönem.. Bir pedagogun bu konudaki uzman görüşleri ise şöyle:
 
      "Anne babalar çocuk yaramazlık yapıyor diye yaramazlığına sabretmeye çalışıyorlar. Halbuki çocuğun amacı yaramazlık değildir. Çocuklar buyurucu bir iç kılavuzun yönlendirmesi ile insan olma mücadelesi içindedir. Örneğin hiçbir çocuk yaramazlık olsun diye koltuklar üzerinde zıplamaz. Çocuk koltuklar üzerinde zıplarken farkında olmadan eşgüdüm çalışan organlarını senkronize etmektedir. Engel olursanız el, kol, bacaklarını uyum içinde hareket ettiremez, sakar olur, örneğin bir bardağa su doldurmayı beceremez. Koşarken düşer, yemek masasında eli kolu bir yerlere çarpar, yıkar, devirir. Eğer siz bir çocuğun koşmasını, coşmasını onun kutsal bir varoluş mücadelesi olarak görmeye başlarsanız, ona sabretmek yerine hayret makamında tebessümle izlemeye başlarsınız."
 
 
Çok güzel bir bakış açısı..O halde biraz yaramazlık zamanı! =)



23 Mart 2015 Pazartesi

Biraz yavaşlayalım o halde..





       Okuduğum harika bir kitaptan daha önce bahsettim mi hatırlayamıyorum.. Klinik Psikolog Pınar Mermer'in "Yavaş ebeveynlik" adlı kitabını okumadıysanız eğer, hızla akıp giden hayatın içinde savaşarak ebeveyn olmaya çalışıyorsunuz demektir. Hepimiz çoğu zaman yorgun ve tahammülsüzüz öyle değil mi?? Çocuğumuz ve geleceği için endişeli ve kaygılıyız eminim.. Kitabı okuduktan sonra acayip bir mucize beklemeyin derim..Eeee!! neden değişmedim yine aynı ben diye.. Çok klişe olacak ama değişim ancak sen bunu "gerçek" anlamda kalben istersen oluyor, sen izin vermedikçe bu mümkün değil maalesef. Ebeveynlik yolculuğu kolay değil biliyorum hatta korkutucu anlamda zor ve meşakkatli ama zamanla  fark etmeye başladım ki kitaptaki birkaç cümle mucizevi şekilde beni etkilemeyi başarmış.. Yavaşla! Fark et! Biraz düşün! Ezbere yaşama! Sorgula! Kendini tanı! Zaman ayır! Çocuğunu tanı! Bambaşka bir ben değilim elbet sürekli bulutların üstünde yaşamıyorum mesela ya da hayatım sürekli tozpembe değil. Yine de çoğu zaman sakin ve yavaş olmaya çabalıyorum desem daha doğru olur. An geliyor "Ya sabır" çektiğim zamanlar oluyor tabii ki o kadar da değil.. Mükemmel Ebeveyn olabilmek ile ilgili ütopik düşüncelerim yok artık; çünkü mükemmel bir ebeveyn diye bir şey yok bunu geç de olsa anladım. İşte bunu kabul edip herkes gibi olmak zorunda olmadığımı fark edip kendimi belli kalıplara sokmayınca mükemmelden öte mutlu bir ebeveyn oluyorum.. Ruh ve beden sağlığımızı ancak bu şekilde dengede tutabiliriz: Yavaşla! Mutlu ol!  Bir ebeveyn felsefesi olabilir nitelikte.. Çocuk yetiştirirken kaygılarımızı ve endişelerimizi az da olsa dindirebilmeyi başarabilsek..

        Geçmiş zaman "Yavaş Ebeveynlik" konulu bu kitap bir şekilde ilgimi çekmişti; çünkü "yavaş" ve "ebeveyn" kelimesinin aynı cümlede kullanılması bayağı bir düşündürücü ve tuhaftı. Kitabı okumaya başladıkça kara bulutlar yavaş yavaş yok oldu diyebilirim. Stres altındayken ortaya çıkan o korkunç karanlık yanımızı biraz aydınlatabilirsek "yavaş yavaş" sorunların üstesinden gelebiliriz belki de. Maalesef koşullar, hızlı ve koşturmaca içinde bir hayatı gerektirse de zaman zaman yavaşlayıp, tahammülsüzlüğümüzü bir kenara bırakıp hayatın tadını çıkarmayı öğrenmeliyiz. "Hızla akan hayatını ağır çekime al!" İşte kitapta geçen bu cümle her şeyi özetliyor. Düşüncelerimizi, kalp atışlarımızı ve hayatımızın ritmini biraz yavaşlatabilsek; böylece kaygı, çaresizlik ve yetersizlik hislerimizi tamamen yok edemesek bile zamanla zararsız olduklarını görmek harika olabilirdi. "Hayal bu saçmalama!" demeden önce  kendime bir şans verdim. Bu konuda iyi bir öğrenci olmaya çabalıyorum hala.. Anne- baba isek durmak zor o halde biraz yavaşlayalım..


En güzeli de çocuğumuzun büyürken geçirdiği her dakikaya her ana kaçırmadan şahit olabilmek..

***

      "Kalbim öyle hızlı çarpıyor ki... Başım dönüyor; içimi sanki bir el sıkıyor. Hep bir geç kalmışlık hissi...Bir yerlere yetişmem gerek, bir şeyleri eksik yapıyorum, kesin unuttuğum bir şey var...

       İşte tam orada, göğsümün ortasında, bir taş gibi duruyor kaygılarım. İyi bir anne olabilecek miyim? Ya her şey kontrolden çıkarsa? Para yetecek mi? diye soruyor sinsi bir ses. O zaman çalışan bir anne olacağım zira okullar çok pahalı. İlk yıllarda bağlanma ilişkisi çok önemli, o kadar uzun saat bırakmak doğru mu?"......Cesaretiniz var mı benimle birlikte sorgulamaya? ( Son bölüm "Yavaş Ebeveynlik" kitabından alıntıdır.)


20 Mart 2015 Cuma

İyi ki ahtapot ailesi değiliz..

    




       Bebekken bazı şeyler daha kolaymış diye düşündüğüm zamanlar oluyor elbet. Örneğin giyinme seansları bu kadar uzun ve yorucu olmuyordu. Şimdilerde durum biraz daha farklı.. "Hadi Demir'im uzat kolunu, oğlum hadi ama diğer kol şimdi de offf!!! sırada pantolon var daha??? Tunçççç??? - kendisi babamız olur - İmdat!!" =)) Neyse ki erkek çocukları kıyafet konusunda pek de seçici değil; onu giymem , bu bununla uymaz  ya da bunun gibi bir sürü tutturmalar. Kızlar bir tık daha yorucu sanırım, bir kaç tık belki de.=) Ben erkek annesiyim bana süper kahramanları ya da Legoları sorun, bilmiyorum ki sinemalara gelen "Cinderella" adlı yeni filmi..=) Demir'in kız arkadaşlarının annelerinden öğreniyorum bende çoğu şeyi; tütü etekleri, peri masallarını ya da renkli tokları..=)

        Kız çocuklarını giydirmesi süslemesi daha zevkli muhakkak ama bir o kadar da zor(muş)!! =)  Ben daha bir erkek çocuğunu giydirmekle baş edemeyip bir pantolon ve bir t-shirt gibi gayet sade bir ikili de bile fenalıklar geçirebiliyorum ne yazık ki!! Şimdilik benim seçtiğim kıyafetleri kabul edip giymesinde hiç bir sıkıntı yaşamıyorum.. Dolabından bir kazak bir pantolon ya da eşofman alıp direk giydirebiliyorum mesela.. İşte bu durum kızlarda biraz daha farkı işliyor zira kızlar şimdiden kıyafetlerini kendi seçmeye başladığından kız çocukları olan anneler "oğlum 15 dakikada hazırlanıyor ama kıza kıyafet beğendiremiyorum" derken ne demek istediklerini anlıyorum az da olsa. İki cinsin kendine göre zorlukları ve kolaylıkları oluyor elbet. İkisini de tadabilmek muhteşem olsa gerek..=)

    Geçen gün beni bayağı güldüren bir konuşma geçti Demir ile aramızda paylaşmasam olmaz. Yine sıradan bir okul günü; sabah zar zor uyanan bir çocuk ve annesi ( ne yapayım ben bile sabah ciddi anlamda uyanamıyorum) Neyse sonrasında giyinme faslı elbet; okulda öğrendi artık Demir'im, kendi giyiniyor ben de bir yandan komut veriyorum ona "Şimdi diğer kol.. Yok olmadı tekrar dene.." Havalar da soğudu yine kat kat giyinir olduk tekrardan; ufak yardımlarımla giyinip soyunmayı öğrendi ama bıdığım.. Derken geçen sabah, onu giy, bunu giy derken yoruldu miniğim biraz.. "İyi ki yavru ahtapot değilim di mi anne??" demez mi..=)) "Yavru ahtapot olmak çok zor" adlı kitabımız da minik ahtapot da giyinmekten nefret ediyordu.. Masal da ki ahtapot aklına gelmiş "Offf!!! çok zor giyinirdik o zaman" diye dert yandı bana!!=))) Çok zor tabii o sekiz kolu nasıl giydirirdim kim bilir daha iki kolu anca becerirken..=)) Evet Demir'im iyi ki ahtapot ailesi değiliz biz, ama olsaydık ben tam sekiz kolumla daha çok sarılırdım sana!! =) Diğer yandan pozitif anne yaklaşımı..=)


Yavru Ahtapot Olmak Çok Zor Kitabımız =) Vahh!! bu ahtapot annenin haline!! =))

    Çocuk büyütürken kullanılması gereken çok etkili bir yöntem var. Asıl istenen olayın tersini isteyerek karşı tarafı (yani yumurcağınızı) şaşırtarak dediğinizi yaptırabilme olayının bir adı varmış meğer. "Ters psikoloji" Hahhh!! adı konmuş büyük bir buluş daha..=) Diğer yandan bazen annelerin çocuğuna "Oradan yürüme bak düşersin ya da dur koşma" diyerek tam da istenilen sonuca ulaşamadıklarını anlayıp "Oradan yürü de düş ya da istediğin kadar koş düşersen seninle ilgilenmeyeceğim" diyerek yaratıkları muazzam etkiye verilen isim de denebilir.  Bizzat denemişliğim var. Denemeyen kaybeder benden söylemesi!! Yapma! Dur! demek hoşlarına gidiyor resmen inatlaşıp daha da yaramaz olabiliyorlar. Bu inatçı ufaklıklar için ters psikoloji kullanmak gayet etkili olabiliyor. Uzmanlar da bu yolu öneriyor. Güzel yanı da  çocuğun, bu meydan okuyuşundan vazgeçmek zorunda olmadan, ebeveyninin istediğini yapması (farkında olmadan bile olsa) hem anne-baba hem de çocuk için o sıkıntılı sürecin atlatılmasına yönelik olumlu bir kazanıma dönüşüyor.

      Onunla olumlu iletişim kurabilmek için farklı yöntemler kullanmadan olmuyor ne yazık ki!! Dünyayı onun gözünden görmeye çalışıyorum. Onunla konuşurken ya da yanlış bir davranışını anlatırken eğilip onunla göz göze gelip derdimi sıkıntımı anlatıyorum.. Tepeden bakarak değil!! Bazı zamanlar sinirden patlamak üzere olmuyorum hiç desem dünyanın en büyük yalanını söylemiş olurum herhalde. Sınırlarımızı o kadar zorladıkları oluyor ki.. Yine de tek bir gülüşü her şeye yetiyor.. Kolay değil biliyorum ama kimse kolay olacak dememişti zaten..


***

Demir'im 4,5 yaşında kendi paltosunu çok güzel giyiyor ve acayip zor olan beni bile delirten, takılan fermuarını sabırla çok güzel çekiyor hem de yardımsız..=)) Tarihe bir not olsun!!=)



Canım oğlum Demir'im..

Bir gün paylaştığım bu satırları okuman dileğiyle..



12 Mart 2015 Perşembe

Anne - kız ilişkisine dair..

 
 
     Hafta sonunu ciddi anlamda hasta geçirdim. Burun akıntısı, baş ağrısı ve halsizlik derken ballı-limonlar iyi geldi.. Biraz toparladım; şu son iki gündür kendimi iyi hissediyorum. Hafta başında hissetmiştim aslında başıma gelecekleri yine de dedim geçer azıcık bir halsizlik ama devamı varmış meğer. Hoş geldin sevgili burun akıntısı!!! O aralar annemle telefonla konuşuyorum. "Anne kendimi iyi hissetmiyorum, galiba hasta olacağım" dedim ve sonrasında gelen cümle beni nedense hiç şaşırtmadı!! Genel anlamda yaşanan ( her hastalık haberinde) klasik diyalogumuzdan bir parça!! İstisnasız ama..=)
 
"Bana söyleme, valla yoruldum bu hastalıklarınızdan; bir gün sen hastasın diğer gün kardeşin."
der sonrasında iyice fırçalar "Kendinize bakamıyorsunuz kaç yaşına geldiniz, kesin soğuk bir şey içmişsindir; hatırla bak.. " ben tabii bu arada iyice bir düşünürüm acaba soğuk ne içtim diye annem içtin dediyse haklıdır içmişimdir!! ama ne içtim yaaa ben??? yetmez fırçalamaya devam eder.. "Hastayım demeyin artık, iyi giyinmiyorsunuz hep bu yüzden işte, yok oram ağrıdı yok hasta oldum; boğazım ağrıyor.. Kendinize bakın; hastayım anne lütfen gel demeyin gelmeyeceğim.." bu seferde kış günü kalın giyinmemekle suçlanırım işin ilginç yanı 5 kat giyindim az mı?? Şaka bir yana..
 
    Kızgınlığı aslında "üzüntüsünden" bunu bilirim.. Kendini iyi hissetmemek, hasta olmak, üzüntülü, sıkıntılı, mutsuz ya da karamsar olmak... İnsanın en doğal hali bu duyguları yaşamak ya da hissetmek.. Mutlu olduğun anlar gibi mutsuzluk da yanı başında olabilir. Hayatın içinde her türlü duyguya yer var iyisiyle kötüsüyle.. Amaaaa!! Gel gör ki bu durum burada bayağı bir değişiyor şöyle ki eğer anneysen, çocuğunu asla "mutsuz" görmek istemiyorsun; ya da hasta, sıkıntılı, kaygılı, ümitsiz, endişeli.. Ben anlarım onu; kızgınlığı, öfkesi bana değil bilirim.. Nereden mi bilirim?? Aynı şeyleri bende yaşıyorum da ondan!! =) Anne yüreği..
 
"Hastayım anne lütfen gel demeyin; gelmeyeceğim" ile biten her konuşma ve hep aynı son!! Her anımızda, her türlü sıkıntımızda, mutluluğumuzda - mutsuzluğumuzda ve tabii ki "hastalığımızda" yine her zaman yanı başımızda benim canım annem.. Kaç yaşına gelirsek gelelim biz onun gözünde hala minik iki kızız. Kaç yaşında olursak olalım bize her zaman ilk günkü gibi şefkat ve korumacı duygularla yaklaşıyor. Benim için hissettiği  her duyguyu o kadar iyi anlıyorum ki..
 
 
 
Unutmadan aynı cümleleri kurma sırası bende bu sefer "Hastayım boğazım kötü" dediğinde Aaaaa!! kendine iyi bakmıyorsun demek var şimdi..=))))  Geçmiş olsun benim canım annem!! =)
 
***
 
Yılmaz Özdil'in kaleminden... Çok güzel, harika bir yazı!! =) Okurken eminim tanıdık biri aklınıza gelecek!!=))
 
 
ANNE

- Başım ağrıyo yav...
- Saçın ıslak ıslak çıktın ondan.
- Başım dönüyo...
- E bi şey yemiyorsun, açlıktan....

Anam ilkokul mezunuydu.
Ama, doktordu.

Popoma fitil sokan tek kadın.

Eczacıydı aynı zamanda...
- Gözüm morardı.
- Gel, patates basayım.
- Kepeklerim çoğaldı.
- Otur, zeytinyağı süreyim.
- Arpacık çıktı galiba.
- Yum, sarımsak değdireyim.

Hemşireydi...
- Öfff, terledim be.
- Dur, sırtına havlu sokayım.

Röntgen mütehassısıydı...
- Öhh-höööaa!
- İçme şu zıkkımı.

Bebekken, anestezi uzmanıydı...
- Dandini dandini dastaaana.

Bi ara sünnetçiydi...
- Çıkar, pansuman yapıcam.

Ürologdu...
- Çişin niye sarı bakiiim?

Fizyoterapistti...
- Dizim ağrıyor.
- Benim de belim ağrıyor, geçer.

Diyetisyendi...
- Mis gibi türlü yaptım, sakın sokakta burger filan yiyip gelme, kola da içme!

Cildiyeciydi...
- Sırtımda sivilce çıktı.
- Çikolata yeme.

Laboranttı...
- Burnum akıyor.
- Ben şimdi sana bi ada çayı kaynatayım, rezene, bal, limon,
tarçınla zencefili de ılık ılık iç, sırtına rakıyla aspirini karıştırıp sürelim,
uyu, uyan, sabaha bi şeyin kalmaz.

Psikiyatrdı...
- Nen var oğlum?
- Bi şeyim yok.
- Var var, canın sıkkın.
- Yav bırak, iyiyim.
- Yok yok, bilirim ben.
- Anne delirtme insanı!
- Bak gördün mü?
- Neyi gördüm mü?
- Sinirlerin bozuk senin.

Genetikçiydi...
- Babana çektin sen, o da sinirli, bütün kötü huylarını ondan almışın zaten.

Veterinerdi...
- Anne, bu sene Anneler Günü’nde babama Viagra hediye etmeyi düşünüyorum, bu iyiliğimi unutma.
- Defol, terbiyesiz hayvan!

Hastasıydım...
Hastaydım ona.
İyi bakın onlara.

Yılmaz ÖZDİL

6 Mart 2015 Cuma

Yaklaşmayın "hasta anne" var!

    
 

     Diren diren bir yere kadarmış.. Şu birkaç gündür farkındaydım aslında ama yine de üstünde durmadım atlatırım diye. Halsizlik, bitkinlik derken üstüne bir de  uykusuzluk eklenince dedim benden bu kadar. İşin ilginç yanı 1 hafta önce "laranjit" oldum (ses tellerinin iltihabı) korkunç bir şey, sesim çıkmadı iki gün!        =( sonra klasik, gece tutan öksürük krizleri ayrı dert, uyuyabilmene imkan yok; tamam iyiyim geçti derken hopp!! başa döndüm bu sefer de nezle oluyorum nerden çıktı şimdi?!?! Offff!!!=((
    
     Kendimi düşündüğümden değil, evde minik bir bıdık olunca kendimden çok onu düşünüyorum elbet bu hastalık mevzularında.. Evde bir mikrop var bu aralar yani "ben"!! Durum böyle olunca, olabildiğince korumaya çalışıyorum Demir'i kendimden.. Amannn!! bana yaklaşma bıdığım hasta oldu annen!!=((
İşin garip yanı herkes hasta bu aralar; havaların azizliğine uğradık.. Bir sıcak, bir soğuk!! Mart ayı işte ilkbaharın habercisi güya ama bu ne soğuk böyle ocak ayından beter. Eeee!! boşuna dememişler "Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır" diye.. Güneşli havaya aldananlar (benim gibi) hemen açılıp saçılanlar, gördük Mart güneşinin faydalarını. İlkbaharın ilk ayıyım diye boşuna havalara girme sevgili Mart, güneşli günlerine aldanmam artık; bu nedenle bere ve atkı ikilisine bir müddet daha devam..=)

     Geçen sabah baktım Demir'de bir öksürük; içine "fok" kaçmış gibi sanki, öyle garip bir ses çıkıyor öksürürken. Dedim "Eyvahhhh!! şifayı kapmışız. O gün tüm programlar, işler iptal.. Daha da kötü olmadan dedim bugün okula gitmesin evde dinlensin; "ıhlamur, ballı-limonlu, portakal suları" bilumum farklı içecekler hazırlandı gün boyu.. İki yudum içse iyidir diye bir nevi kampa aldım onu!

    Yarış arabaları yarış sürecinde mola verdikleri alanlar olur ya, bu olayın adı bile varmış yeni öğrendim şu an.."pit stop" Hızla arabanın kontrolleri yapılır; lastik değiştirme, benzin alma.. gibi. Eksikler tamamlanır; gerekli ihtiyaçlarını giderilmesi için bir düzine kişinin saniyelerle yarıştığı bir an; sonra yarışçı son hız yarışa devam eder. Hahhh!! bizim içinde aynı şey geçerli işte. Bizim evdeki küçük yarışçının da arada "pit stop" a uğraması gerek. Gerekli uygulamalardan sonra tam gaz ileri!!=) Tek başıma bir düzine adama bedelim işin ucunda hastalık olursa.. Neyse ertesi gün iyiydi ve okula gitti bıdığım. Arada gerekli demek ki bu takviyeler!!


 Demir!! =)


    Yarışçının annesi yorgun düşmüş olacak ki hasta oldu yine!! Bu sefer bana takviye lazım anlaşılan =) Ballı-limon mucizesini bilmeyen yoktur, hazırlarken içine biraz da toz zencefil koyuyorum ben. Belki psikolojik belki değil ama içtikten 10- 15 dakika sonra kendimi daha dinç hissettim dün ta ki Demir'i uyutana kadar; şöyle ki dayanamayıp iki masaldan sonra ondan önce uyuya kaldığımı düşünürsek hasta olduğumu kabul etmem gerek çünkü saat henüz 21:00 idi ve ben uyuya kalabiliyorum.. Zorlamaya gerek yok başa gelen çekilir.=( Doğal olarak bu sabah ciddi bitkin bir şekilde hasta uyandım.. Kaçınılmaz son!! Ama ballı- limona devam inancım tam, biraz da zencefil koydum mu bağışıklık arttırıcı süper bir içecek oluyor. Ihlamuru da unutmamak gerekir. Öksürüğün ilacı diyebilirim. Bugün dinlenme günü.. Yine de dün okuduğumuz masalları paylaşmadan olmaz!!=)



 
"Merhaba Ben Minik Dahi. Bu kitap kafanın içinde bulunan ve beyin denilen muhteşem makine hakkında.. Sana onunla ilgili her şeyi anlatmak için buradayım."

Çocuğunuza severek okuyacağınız çok eğlenceli aynı zamanda da eğitici bir kitap. Minik Dahi 'ye bayılacaksınız!!



 
"Merhaba Ben Minik Dahi. Bu kitapta vücudumuzun şaşırtıcı sistemlerinden birini, sindirim sistemini anlatıyorum. Hadi bu ilginç konuyu birlikte öğrenelim.
 
Serinin bir diğer kitabını bizim gibi hemen alacağınızdan hiç şüphem yok!!=)
 
 
 
 
 
"Merhaba Ben Minik Dahi. Bu kitapta vücudumuzun şaşırtıcı organlarından birini, gözlerimizi anlatıyorum. Hadi bu ilginç konuyu birlikte öğrenelim. Ne dersin??
 
Okumaya fırsat olmadan uyuya kalan kişiye "hasta anne" denir. Kısmet bu güne!!=)
 
 
 
 
 
"Merhaba Ben Minik Dahi. Bu kitapta derinin altındaki kemik denilen etkileyici sert parçalar hakkında. Sana onları anlatmak için buradayım.
 
Minik Dahi'nin kitabın sonunda sorduğu soruya bakalım sizin miniğiniz ne cevap verecek!!=)
 
 
Hastayım deyince dün acıdı bana bizim minik "Bugün iki masal yeter peki" dedi ama iyileşince uzun masal saatlerine devam.. Sözüm söz! =))
 
 
Görüşmek üzere!! =)
 
 









23 Şubat 2015 Pazartesi

Hoşgeldin 4 yaş sendromu!!





      Sonunda atlattık şu 2 yaş sendromunu derken bir baktık ki kendimizi 3 yaş sendromunun içinde bulduk. 4 yaş sendromu ise yanı başımızda!! Uzmanlar bu dönemlerde yaşanan sıkıntıların neyse ki dönemsel olup, gelip geçici olduğunu savunurken bir yandan da bu duygu durum değişikliklerine bir isim bulmayı uygun görmüşler anlaşılan.. Örneğin iki yaş için "Terrible two"  diye adlandırılan bu dönemi çoğu çocuk yaşamıştır eminim. Onunla birlikte anne-babalar da tabii ki!! Bu dönem aslında çocuğun bir birey olduğunu ispatlama savaşı gibi. Sinirlilik, inatlaşma, ağlama nöbetleri, öfke nöbetleri, huysuzluk, inatçılık.. say say bitmez!!=) Kimi ebeveynler bu dönemi gerçekten daha zor atlatırken kimileri de "Öyle bir sendrom mu varmış?" diyebiliyor. Şans mıdır artık bilemem! Biz kendi yaşadığımız zorlukları düşününce ne çok zor geçirdik bu dönemi ne de nasıl geldi geçti anlamadık diyebiliyorum. Orta seviyedeydi sanırım bizimkisi..=) Sonrasında gelen 3 yaş sendromuna benim bulduğum bir isim var "Incredible three". Henüz bu döneme bir isim bulunmuş değil; belki de yaşanan bazı sıkıntıların hala devam etmesi (biraz artarak hatta) durumunda, bu ismi kendim uydurdum öyle ki durumu özetler nitelikte!! "İki yaş sendromu da neymiş sen bir de üç yaşı gör" istersen!!

       Okumakta biraz geç kaldığım çokkkkk güzel bir kitap var!! Dr. Harvey Karp'ın "Mahallenin En Mutlu Yumurcağı" kitabı. Kendime kızıyorum aslında bu kitabı tam da bu dönemler de okumalıymışım diye zira ağırlıklı olarak 1-4 yaş çocuk gelişimi hakkında teknikler sunuyor. Bir anda ağlamaya başlayan ve o anda neden sakinleştiremediğimizi düşündüğümüz yumurcakları sakinleştirmede şaşırtıcı yöntemleri var. Kitabın yarısındayım şu an ama çok beğendiğimi söylemeliyim. Gerçekten işe yarıyor sanırım!!=) Çünkü ebeveynlerin deneyimlerini, yaşanan sıkıntılı süreci ve olumlu sonuçlarını da aktarıyor zaman zaman. Dünyayı onların gözlerinden görmeye başlayınca işler daha kolaylaşıyor aslında,biraz "empati".. İşin sırrı bu!!

    Demir'im de bu son zamanlar "4 yaş sendromu" içinde diyebilirim. Bu içinde bulunduğumuz yeni sendromumuz ise" by myself  four" Yeni bir sendrom ile karşı karşıyayız anlayacağınız. Mızmızlıklar falan azalmış durumda ama bunun yanında "benim dediğim olsun" diye direnmeye başladığı zamanların gitgide artıyor olması bayağı yıpratıcı. Ve işin en can sıkıcı ve yorucu kısmı ise bu direnen, dediğim dedik, inatçı olduğu zamanların  fazlaca zamanımızı ve enerjimizi alıyor olması, an geliyor tükeniyorum ve doğal olarak tahammül sınırlarımı zorluyor resmen. Bazen de hemen karamsarlığa kapılıp "Beceremiyorum ben bu işi galiba" düşüncesine yeniliyorum hemen. =(

      Bu dönemin en belirgin özelliği ise "BEN KENDİM YAPARIM" cümlesinin sınırsız kullanımı şöyle ki aklınıza gelebilecek her şeyi kendi yapmak ister oldu bu son zamanlarda. Okula gidiyor olmasının da burada büyük payı var elbet. Orada çok şey öğreniyor elbette. Mesela kendi kıyafetlerini kendi giymek istiyor şu bir kaç gündür "Sen yardım etme anne.. Sakınnn!! Ben kendim giycem pantolonumu" derken o çabalamasını izlemeye bayılıyorum. Pantolonun orasını burasını çekiştiriyor giymeye çalışırken zıp zıp zıplıyor bir yandan da yukarıya çekerken =) Doğru şekilde giyiniyor artık üstelik yardımsız!!=) Bir yandan da gurur duyuyorum oğlumla. Sen ne zaman büyüdün kendin giyinecek kadar diye düşünüp duygulanıyorum!! Bu tip duyguların hepsini aynı anda yaşayabilen kişiye "anne" denir işte!!


 
 
     Evden çıkarken malum hava şartlarında dolayı kat kat giyinmek durumundayız. Off!! tam işkence diye buna denir. Palto-bere-atkı-eldiven dörtlüsünden biri eksik olmasın, aman!! üşümesin hasta olmasın diye çırpınıyoruz resmen babamızla!! Kışın kat kat lahana gibi giyinmek yoruyor adeta. Paltosunun fermuar kısmı bayağı zorluyor ama -ben bile zorlanıyorum yaparken takılıyor bir şekilde delirmemek elde değil- hala pes etmedi ama; işin kötü tarafı asla yardım kabul etmiyor olması!!=((  "Kendim yapacağım ben bebek değilim" derken çok ciddi kaşlar hemen çatılıyor!!! "Demir'im anneler her zaman birazcık da olsa yardım edebilir, ne güzel giydin bak tabii ki bebek değilsin" dediğimde "minicik"!! bir yardımı kabul ediyor neyse ki. Offff!! hele ki bir şeyi tam istediği gibi yapamasın "Ben bebeğim yapamadım işte" diye ağlıyor bazen de. Gel de çık işin içinden!!

    Saatlerce konuşuyorum bazen düşüncesinin yanlış olduğunu anlatmak için. Mükemmeliyetçi bir yapısı var ama ben bu düşüncenin pek de sağlıklı olmadığını düşünüyorum. Kendini üzüyor başka bir şey değil yani!! Hemen ilk denemesinde başarılı olmak istiyor; başarısızlığa tahammülü yok kızıyor, bağırıyor.( Kime çekmiş acaba?? diyeceğim ama maalesef ben kim olduğunu biliyorum!!) Değiştirmek istediğim tek özelliğim bu olsa gerek!!

     Her çocuk ve aile farklı; bunu kabul ettim. Böyle olunca da her çocuğun davranışı karakteri doğrultusunda veya yetiştirilme tarzı doğrultusunda birbirinden farklı olabiliyor ama genel olarak gördüğüm bir şey var ki bu yaş grubunun ortak özelliği olsa gerek "BEN KENDİM YAPARIM" tarzında cümleleri çok kullanıyorlar. 4 yaş civari çoğu çocuk diş fırçalama, giyinme, ayakkabı bağlama gibi eylemleri, anne babanın ufak yardımlarıyla başarabiliyorlar. 4 yaş sendromu da böyle birşeymiş anlaşılan..=))


Demir: Ben kendim yapacağım anne sen bana çok az yardım edersin tamam mı?
Annesi: Tamam benim canım oğlum..=)


Bebeğim, minik oğlum büyüyor ve buna şahit olmak beni çokkkkkk mutlu ediyor, heyecanlandırıyor ve duygulandırıyor.=))


18 Şubat 2015 Çarşamba

Şiddete son ver!!






    İçimden bir şey yazmak ve paylaşmak gelmiyor birkaç gündür. En son yazım "Özgecan" başlıklı yazımdı. Hepimizi derinden etkileyen, sarsan bir haftanın sonunda bu konuda ne gibi önlemler alınacağını gerçekten merak ediyorum. Eğitim şart diyoruz ama bunun yanında kadına şiddet uygulayanların arasında bir çok meslek grubundan erkek var. Avukat, doktor...vs!! Meslek sahibi olup, adam olamayanlardan bahsediyorum. "Okumamış, cahil adamdan ne beklersin?" diyemediğin bir kesim de var maalesef. Okumakla, eğitimle bitmiyor iş.. Kafa yapısı arızalı!!! Değişmesi gereken  ama nedendir bilinmez bir türlü değiştiremediğimiz ( her türlü hakkı kendisinde buluyor çünkü ben erkeğim demesi yeterli ) bu "arızalı kafalar" nedeniyle yaşanılan acılar. 


     "Ben ve kardeşim gerçekten şanslıymışız" demek ne kadar tuhaf geliyor bana. Sevgi dolu bir ailede büyüyebilmemizin, her zaman bana ve kardeşime her konuda destek olan anne ve babamız olduğunu, her zaman onların desteğini sevgisini hissettiğimizi söyleyebilmem -zaten her ailede olması gereken bu olmalıyken - "şanslıymışım" demek işte bu yüzden tuhaf gelir bana. Bu bir şans mıdır?? Her çocuk mutlu sevgi dolu bir ailede büyümelidir. Bu bir seçim olmamalıdır. Sevgiyi hissedemezse nedir bilmezse, bilmediği bir şeyi de paylaşamaz haksız mıyım? Sevgisiz şiddet dolu bir ortamda büyüyen çoğu çocuk büyüdüğünde gördüğünü, en iyi bildiğini uygular. Örneklerini görüyoruz hepimiz.


     Özgecan' ın katilinin annesi, ve eşi konu ile ilgili açıklama yapmışlar. Olup bitenden son derece üzgünler elbet. Biri anne, diğeri eş olan iki çaresiz kadın... Annesi hem kendisinin hem de çocuğunun, eşi tarafından yıllarca şiddet gördüğünü anlatıyor ağlayarak. Anne zaten mağdurmuş. Kendini koruyamadığı gibi ne yazık ki evladını da koruyamamış o babadan.. "Oğlumun böyle bir şey yapacağına inanmadım ama babası da yanındaymış dediklerinde inandım" diyor. Babanın böyle bir şey yapabileceğinden emin kadın.. Ne kadar korkunç bir durum bu!! Aklım almıyor. Katilin eşi desem yine bir şiddet mağduru kadın daha. "Evlendiğim güne lanet olsun" diyor. Kadın zamanında boşanmak isterken zorla engellemiş tehditlerle!!! Çocuğun babadan gördüğü, öğrendiği şey "şiddet" olursa gün gelir kendi eşine de uygular, başka kadınlara tecavüze kalkışır hatta katil bile olur. Sonuç ortada!! Sevgi içinde büyüyebilmeyi bırakın bunun aksine, babasından şiddet gören o kadar çok kadın ve çocuk var ki, ya da annesine, babası tarafından şiddet uygulandığını gören ve bu korkunç olaya maruz kalan minik bedenler. O kadar kırılgan, saf ve temizler ki çocuklar; nasıl bu kadar gaddar olabiliyorsunuz da bu tertemiz yüreklere bu acıyı yaşatabiliyorsunuz anlayabilmiş değilim. Aile içi şiddet suçtur bunu asla unutmamak gerekir ve herkesin şiddetten arınmış bir yaşam sürdürme hakkı olduğu bilip tüm kadınların bu konuda bilinçlenmesi gerekir.




- Babanın kollarını neden çizmedin Mehmet??
 
  - Annemi dövmesin diye öğretmenim..
 
KADINA YÖNELİK ŞİDDETE HAYIR!!!!!
 
 
 
 
 

Not: Utanacak olan biz kadınlar değiliz; şiddet uygulayan, taciz eden, kendini "adam" sanan zavallı mahlukatlar utansın!!

15 Şubat 2015 Pazar

Özgecan...







    Özgecan'ın yüzü bir an olsun aklımdan çıkmıyor. Gözlerim doluyor, boğazım düğümleniyor. İzlediğim vahşet dolu bir filmin sonunda çok etkilenip kendimi çok kötü hissettiğim anlarda, kendimce şöyle düşünürüm; sanırım kolay etkilendiğimden, olayların etkisinden kurtulabilmek için "Bu olaylar gerçek değil, hepsi birer kurgu.. Film bu.. kaptırma kendini yine, kendine gel." Yine aynı şeyi yapıp "Film bu saçmalama.. kendine gel bu kadar kötü kalpli insanlar olmaz olamaz" diyemiyorum şimdi.

    Gencecik, pırıl pırıl bir kızın, o gülen masum yüzü bir an olsun aklımdan çıkmıyor çıkamıyor!!! Bu sefer her zamankinden daha fazla korkuyorum; çünkü bu gerçek!! Hem de fazlasıyla gerçek!!!

 Konuyla ilgili bir alıntı yapacağım.. Benim hislerime tercüman olmuş bu kişiyi tanımıyorum ama her kelimesi ve her cümlesine yürekten katılıyorum..


 ****

     Türk kadınlarının neden sokaktaki herkese potansiyel tacizci ve tecavüzcü olarak bakması, hep önlem alarak dolaşması gerektiğini bir kez daha, çok net bir biçimde kanıtlayan olay. münferit değil, bazılarının iddiası gibi "dönyonun hör yöröndö oloyor" da değil, bu olay en çok senin ülkende oluyor hemcinsim, çok sık aralıklarla oluyor hem de, merak ediyorsundur diye söylüyorum yapanlar cezasını filan da bulmuyor. bulamaz, çünkü burası tüm ortadoğu gibi (ne oldu? sen nişantaşı'nın, kadıköy'ün, izmir'in varlığına güvenerek burayı bir avrupa ülkesi mi sanıyordun yoksa? burası tam teşekküllü, rezil ve kepaze bir ortadoğu ülkesidir) erkekler için bir suç cenneti, kadınlar içinse ölmeden cehennem.


   Özgecan'ın katillerine ne yapılmasını istediğimi yazının sonuna saklıyorum, "ay ben çok hümanistim yaaa, cezalar suçluyu topluma kazandırmak için var olmalı tamam mı? üfff çok vahşisiniz :((" diyen varsa şimdiden s..... gitsin, kimse klavyesinin üstüne kussun, katile empatik hassas duyguları incinsin istemem.


Burası bir tecavüz, taciz ve cinayet ülkesidir.



"Açık giyinmeseler tecavüze uğramazlardı" diyen, 10 kuşaktır akraba evliliği yapıp hamurla beslendiği için beyni tecavüz suçunu "açık, cehennemlik " kadına yükleyebilecek kadar küçük olan yaratığın tahayyülünün aksine, giyiminden kuşamından bağımsız olarak plan yapıp evine internet bağlamaya diye giren bir cani tarafından tecavüz edildikten sonra öldürülebilirsin, tıpkı Fatma nur çelik gibi.


Henüz 11 yaşında, ormanlık bir alanda tecavüze uğrayıp başına sert bir cisimle vurulmuş olarak bulunabilirsin, fakat evinde yapılan incelemede salon duvarına kılıf içinde kuran-ı kerim asmış olduğu için suçlu olması çok şaşırtıcı bulunan katilin senin hakkında "bana gülümseyince o da istiyor zannettim" diyebilir, çünkü burası 11 yaşındaki çocuğun gülümsemesinden tahrik olan, zaten hayatı boyunca da iğrenç bir "göğüsleri yeni çıkmış kız" vaadiyle uyutulan o..... çocuklarının harman olduğu yerdir.


Yani sen 3 tarafı denizlerle çevrili, tüm dünyanın üzerinde oyunlar oynadığı, kimsenin çekemediği bu tükürdüğümün ülkesinde, daha da bok çukuru bir hale gelmiş yeni Türkiye'de kadınsan, şaşırtıcı olan tecavüze uğraman, yakılman, parçalanman değildir, asıl her gün ruh ve beden bütünlüğün bozulmadan nasıl okula, işe, gezmeye gidip gelebildiğindir, cinsel ilişkiyi reddettiğin için kocan tarafından tecavüze uğramamandır.


Sabah bir reality show'da yine "efendim ceza suçludan intikam almak için değil suçluyu topluma kazandırmak için olmalıdır blablabla" diye ötüyordu birileri. topluma kazandırmak? ulan hümanizmine sıçtığım, bir kıza toplu halde tecavüz edip sonra "başımıza bela olmasın da hayatımıza güle oynaya devam edebilelim" diye yakmaya kalkan, yetmedi suya atan canavarların nasıl bir geri kazanımı olabilir? beynini komple mi alacaksın, çip mi yerleştireceksin, elektroşokla o güne kadar biriktirdiği boka benzer varoluşu, kurtlanmış zihniyetini silip yerine yenisini mi koyacaksın?



Cezanın amacı suçluyu topluma kazandırmakmışmış, çıldırtmayın lan beni, gören de 16 yaşında hırsızlık yapan ergen çocuktan bahsediyorlar sanacak. sen kokmuş balığı, küflenmiş yemeği eski haline çevir, işte o zaman gel benim suratıma tükür "aha işte bak geri kazandım" diye, çünkü o ihtimal aynen bu kadar. haa ama topluma kazandırma ayağına yıllarca beleşten yedirip içirip yatırdığın tecavüzcü katil dışarı çıktığının daha ilk haftasında benzer bir suça yeltenirse ben de gelip senin suratına tükürürüm, ve bu ihtimal o kadar yüksek ki tükürüğümle boğarım seni.


Özgecan ne yapsak geri gelmez, ne yapsam onun yaşadığı o acı dolu saatleri, fiziksel ve ruhsal işkenceyi, korkusunu geri alamam, kim bilir ne kadar çırpındı, ne kadar yalvardı, canı nasıl acıdı, ölürken aklından neler geçti, ne çok ağladı. düşünün bir, hala topluma kazandıralım diye ötecek olan varsa çocuğunun başına gelmesini filan değil, bizzat kendi başına geldiğini tahayyül etsin bu caniliğin. kadın - erkek fark etmez, o minibüsün içinde saatlerce çırpındığınızı, korktuğunuzu, kıvrandığınızı, yalvardığınızı, çığlıklar attığınızı, anne babanızın nasıl kahrolacağını düşündüğünüzü düşünün, buraya yazmak istemediklerimi düşünün.



Düşünün ve bilin ki bunun cezası kısasa kısastan da öte olmalı, kimse basit bir idamla gitmemeli, ölmek için yalvaracak raddeye getirilene kadar işkence görmeli , beyni burnundan akıtıla akıtıla, yalvartıla yalvartıla, yavaş ve acılı bir ölümle bu dünyadan temizlenmelidir. temizlenmeli ki dışarı çıktığında bir Özgecan'ın daha canını yakamasın, onun annesinin babasının canına ateş düşüremesin.


****


     Yazının devamı da var ama bu cümlelerin her bir kelimesi durumu özetlemeye yeter de artar bile!! Kadınlara yönelik bu şiddet ve vahşet dolu olaylar artmış durumda. Hem kendimizi hem ailemizi hem de evlatlarımızı - bu dünyada ki en sevdiğimiz varlıkları - korumamız gereken bir dünyada yaşıyoruz. Karamsarlığa kapılıp korkmuyorum desem yalan olur. Korkudan titriyorum hatta bu son yaşananları düşününce. Bende bir erkek annesiyim ve oğlumu yetiştirirken bu konuda çok ama çok hassas olmam gerektiğini biliyorum; üzerime düşen sorumluluklarımın da farkındayım çünkü erkekleri yetiştirenler ve üzerlerinde maksimum etki bırakanlar özellikle anneler.


   Geleneksel toplum yapımız erkekleri sürekli pohpohlayan bir yapıda maalesef.  "Paşam, Aslanım..vs" gibi kelimelerle yere göğe sığdıramıyoruz erkek çocuğunu. Hesap sorulmaz bir kere erkeğe.. Ne isterse onu yapar zira "elimin kiri" demek yeterlidir çünkü. Öte yandan kız olarak dünyaya gelenler  1-0 yenik başladılar zaten bu hayata. Büyüyüp kadın olabildik başımıza bir felaket gelmeden; şanslıymışız meğer.. Taciz olaylarıyla karşılaşmamış kadınlarımızın, kızlarımızın sayısı yok denecek kadar azdır bizim toplumumuzda. Genç kızken, hatta üniversiteye giderken bile - yalnızsam eğer - servisten iner inmez sürekli hızlı adımlarla yürürdüm. Tedirgin olduğum ve sürekli arkama baktığım zamanları hatırlıyorum hala. Ülkemizde kadın olmanın zorluklarını yaşamadım diyen kimseye inanmam ne yazık ki!! "Kadınlar da insandır tabii" diyen geri kalmış örümcek beyinlilerin olduğu bir toplumda "kadın" olmaya çalışıyoruz işte. Böyle gelmiş böyle gitmeyecek.. Biz annelere çok büyük işler düşüyor. Bu örümcek beyinli, hastalıklı zavallı insanları yetiştirenler de yine birer "anne" çünkü.



Mekanın cennet olsun Özgecan..Allah anne ve babasına ve tüm sevenlerine sabırlar versin.



Not: Paylaştığım yazı da rahatsız edici bir kaç kelime (küfür) var. Yine de silmeden orjinaline bağlı kalarak paylaşmak istedim. Anlayışınız için teşekkür ediyorum..









14 Şubat 2015 Cumartesi

14 Şubat ..









Beklenen "Sevgililer Günü" sonunda geldi. Sevgiliye alınacak hediyeler, sürprizler derken herkesi almış bir telaş. Kolay değil bugün büyük gün!!!! Peki işin aslı nedir? Yani ilk kim neden demiş "Bugün 14 şubat "Sevgililer Günü" olsun hepimize hayırlı olsun" diye. Bu olayın hikayesi ne acaba?? Bende merak ettim ve sizinle küçük bir bilgi paylaşmak istedim günün anlam ve önemine dair! =)

Sevgililer Günü, her yılın 14 Şubat günü birçok ülkede kutlanan özel gündür. Kökeni, Roma Katolik Kilisesi'nin inanışına dayanan bugün, Valentine ismindeki bir din adamının adına ilan edilen bir bayram günü olarak ortaya çıkmıştır. Bu sebeple bazı toplumlarda "Aziz Valentin Günü" (İngilizce: St. Valentine's Day) olarak bilinir. Romantik aşk ile Valentine arasındaki bağlantı tarihi dokümanlarda hiç geçmemektedir ve kimi tarihçilere göre sadece bir efsanedir. Valentine'nin onuruna kutlama günü, 14 Şubat 496 yılında Papa Gelasius tarafından ilan edilmiştir. 1969 yılında kilise takviminden Aziz Valentine gününü çıkarmıştır.Valentine kelimesi, Batı medeniyetlerinde hoşlanılan kişi veya sevgili anlamlarında da kullanılır.

Günümüzde, bazı toplumlarda sevgililerin birbirine hediyeler aldığı, kartlar gönderdiği özel bir gün olarak devam etmektedir. Tahminlere göre 14 Şubat günü, tüm dünyada 1 milyar civarında kart gönderilmektedir.Bunun yanı sıra hediye alımlarından kaynaklı piyasada satışlar artmaktadır.

Sevgililer Gününün duyulmasını ve çoğu insan tarafından kutlanmasını sağlayan şey Massachusetts’ den Esther Howland ilk sevgililer günü kartını basmasıyla oldu.
1847 yılında dantel süslemeli kartları seri halinde üretip, babasının kırtasiye dükkanında satmaya başladı. Kartları o kadar çok beğenildiki ticari hayatında iyi iş yaparak emekli oldu.


***

Aslında biz de bu günü kendimizce kutlar olmuşuz zamanla. Ülkemizde de son senelerde yoğun olarak kutladığımız bir gün oldu "Sevgililer Günü". Bugünün çıkış noktası bir yana ben bu günün "sevgi günü" olmasından pek de şikayetçi değilim. Bunun yanında mağazalar tarafından desteklenen, milyarlarca lira reklam parası harcanıp insanları daha fazla tüketici olmaya alıştıran bir organizasyona dönüşüyor olduğu görmek ise hem üzücü hem düşündürücü. Bu günün bizim kültürümüze aykırı  olduğunu düşünerek tamamen karşı insanlarda var. Ben o kadar katı düşünmüyorum ama kendini kaybedercesine para harcayan  ve gösteriş yapacağım diye kendi parçalayan kişilere karşıyım. Ne yazık ki her şey biraz gösteriş olmuş durumda. Sevgililer Günü altında yapmacıklığın varacağı son nokta. Sevginin olduğu her yerde varım elbet, sevgi bir gün değil 365 gün klişesini de yazmazsam olmaz ama insanların bu tüketicilik dahilinde çok fazla manipüle edildiğini düşünüyorum.

Sevgilim, her şeyim, Demir'im ile bizde dün küçük bir uçan balon aldık; konsept sevgi olunca üzerinde "seni seviyorum" yazan balonumuzu evimizin bir köşesine koyduk. Ne yalan söyleyeyim biz kadınlar daha çok seviyoruz bu tip günleri; kalpleri, balonları... Çok daha romantiğiz falan filan..=) Aslında romantizm çoğu erkeğe göre değil istisnalar var elbet, hatta ‘Sevgililer Günü’ çoğuna göre bayağı anlamsız. Erkeklere kalsa doğum günü gibi daha özel bir günü kutlamak bile gereksiz neredeyse!! Eeeee!! durum böyle olunca mağazaların ve reklamların hedef kitlesi çoğunlukla biz kadınlar oluyoruz.

Diğer yandan Uzmanlar, sevgililerin birbirlerine sürprizler yapmasını, güzel sözler söylemesini, armağanlar almasını, anılarla dolu hoş ortamlarda eğlenilmesini öneriyormuş.

Psikiyatrist Nihat Kaya ise , 14 Şubat Sevgililer Günü’nün insanların sevgisini, aşkını bir daha hatırlaması, diğer günlerde ihmal ettiği ilgisini bugünde ortaya çıkarması, varsa yanlış ve hatalarını telafi etmesi, sevgisini pekiştirmesi açısından anlamlı olduğunu düşünürken bu günü farklı bir bakış açısıyla değerlendiriyor. Daha pozitif olmaya çalışmış sanki.=)

Herkesin düşüncesi, bakış açısı farklı ama ortak nokta sevgisiz ve aşksız bir dünyanın olamayacağı... Kimsenin sevgisiz kalmaması dileğiyle!!


Herkesin Sevgililer Günü kutlu olsun!!


12 Şubat 2015 Perşembe

Karlı bir güne merhaba!





Demir'im annesiyle!!


    Karlı bir güne uyandık yine! Her yer bembeyaz.. Kar yağdı mı ulaşım gerçekten zor oluyor resmen kabusa dönüyor yine de ben çok seviyorum bu buz gibi karlı günleri! Yalnız hava ciddi anlamda buz! Hem soğuktan hem de hava şartlarından dolayı eve tıkılmış bir anne - oğul ikilisi ciddi anlamda sıkılmış durumda olduğundan; dün hadi biraz hareket diyerek gidip kardan adam yapalım dedik ( felaket soğuya rağmen); hatta anneannemiz, babaannemiz ve de dedemiz de bu etkinliğe katılmaya geldiler.. Ama ne mümkün o kadar soğuk ki anca 10-15 dakika dayanabildik. Demir 'in sesi kısıldı gibi oldu geçen gece.. Eyvah! dedim hastalanmasa şimdi, zaten gözü rahatsız bir yandan da hastalık çıkarmasa başımıza.. Babamız zaten üşütmüş hasta o yüzden eve bir hasta yeter de artar bile. O nedenle karın keyfine varamadık!! Olsun buna da şükür!!=)  (Bu arada gözü daha iyi, damlalar işe yarıyor). Soğuk nedeniyle kardan adam yapma hayalimiz suya düştü.



 
 Demir'im babaannemiz , dedemiz ve anneannemiz ile.. =)
 
 
 
 
 
    Her yerde kar varsa eğer; Go outside!! Bayılıyorum!!
 
 
 
 
 
Demir'im ve ev yapımı kardan adamı!!


    Benim bu son zamanlarda ellerim iyice hassaslaştı acayip üşüyor ve de resmen sızlıyor kar topu oynarken ya da eldiven konusunda başarısız seçimler yapıyorum. Bu arada her şeye rağmen kardan adamımızı yine de yapmaya karar verdik. Nasıl mı? Dışardan eve kar getirdik - evet doğru duydunuz =) ve bir kabın içine koyduk. Sıcacık bir ortamda minik bir kardan adam yaptı Demir dedesiyle; çok da güzel oldu..=) Kardan adamlar sıcağı sevmez ya hemen eriyiverdi ama! =) Biz de çareler tükenmez anlayacağınız; hele bir de anneysen eğer her duruma ve ortama göre bulacaksın hemen bir çare!!

    Kimilerimiz şu anki hava şartlarından şikayet ediyor ama kimilerimiz romantik buluyor mesela ben!! (hem de çok) Soğuğa karşı dayanıksızımdır aslında, iki saniyede hemen donarım. Ama gece oldu mu, gökyüzünün değişen ve kırmızı-kızıl olan o rengine ba-yı-lı-yo-rum!! Şu bir kaç gündür istisnasız her gece dedim ki; Demir'i uyuttuktan sonra aşağı inip yürüyeceğim kızıl gökyüzünün altında. Ama ne mümkün, ya gün sonunda yorgunluktan bayıldım ya da bayılmadan önce Demir'i uyuturken direk  sızdım. Kısmet olmadı bir türlü. =( Babamız da hastaydı bir kaç gündür; sen uyut ben çıkıyorum da demedim diyemedim =(( Bugün bakalım bu hayalimi gerçekleştirebilecek miyim?? Anneysek eğer çok basit dileklerimiz bile hayal oluyor. Biraz hava alıp yürüyebilmek bile gerçekleşmesi çokkkkkk güç bir dilek oluveriyor.

   Hatırlıyorum da Demir bebekken, onunla evde yalnızken, yemek yedirme seanslarından birinde üstüm başım saçım her yanım batmış bir şekilde çıldırmak üzereyken ve DUŞ  AL-MA-LI-YIMMMM! diye delirirken fark ettim ki, o an "duş alabilmenin"  hayalden öteye gitmediği imkansız ötesi bir olay olduğuydu. =(((  En azından ben beceremedim. Şimdilerde ne yapıyorum; daha mantıklı düşünüp, evde yalnızsam eğer ve kesinlikle "duş almalıysam" onu da yanıma banyoya dikiyorum. Banyo halısının üstüne oturup yanına aldığı bir kaç oyuncak ile oynuyor. Camdan içerisi görünmesin diye ( bu aralar meraklı meraklı bakışlarını yakaladım ) içeriyi iyice buhar yapıyorum ben kendimi bile göremiyorum.. Bana kalırsa nefes alabilmem bile mucize. Şampuanlar neredeydi acaba?? =) Keyifle banyo yapmak ne mümkün, resmen "şip şak" duş alıyorum iki saniyede ama yine de benden mutlusu yok. Karlı günlerden bu konuya gelmeyi nasıl başardım doğrusu bende anlamadım..=)

    Annelik böyle bir şey işte bir konu hakkında konuşurken bir bakmışsın "ben bu konuya nereden geldim" dersin. Konuşacak ve dertleşecek çok şey var anlayacağınız. Aslında annelik konusuna dışardan bakınca, bu mevzu sadece buz dağının görünen kısmı gibi görünür çoğu kişiye her zaman sevgi kelebeği olan bir kadın ve tozpembe bir dünya; o gördüğün sadece büyük bir bütünün küçücük bir kısmıdır aslında, ama anne olduktan sonra anlarsın ne demek istediğimi!! Daha derin kocaman sorunlarla karşılaşırsın ama bu sorunların yanında mutluluklar da kocamandır; en güzel yanı da bu değil mi? "Annelik her zaman tozpembe değil aksine rengarenk" diyen bir annenin bu sloganı resmen her şeyi özetliyor. Nokta!!! =) Buzlardan bahsetmişken konuyu toparlayayım dedim biraz ve gelelim soğuk havanın bilinmeyen faydalarına...=)) Say say bitmezmiş meğer! Demir sıkıntıdan bana sardı şu an.. Rahat bırakmadığı gibi bir de eşofmanımın ponponunu neden rahat bırakmıyorsun oğlum?? Yazımı tamamlayıp kaçıyorum..=)

 Demir'in annesi kaçar!!


Kilo vermeye yardımcı

Soğuk havalarda vücut ısımız düşer; yükseltmek içinse vücut daha fazla kalori yani enerji yakar. Bu sayede soğuk havalar kilo vermeye yardımcı olur.



Metabolizmayı güçlendirir

Soğuk odada uyumak, metabolizmayı güçlendirir ve sabahları daha dinç uyanmanıza yardım eder.



Damarları güçlendirir

Soğuk hava, damarları ve kan akışını güçlendirir. Eğer daha aktif dolaşım sistemine sahip olmak istiyorsanız, soğuk havada yürüyün.



Tarçınlı salep içeriz

Soğuk günlerin sıcak içeceği tarçınlı salepsiz bir kış düşünebilir mi? Cinsel gücü artırmaktan öksürüğü gidermeye kadar pek çok faydası bulunan salep, soğuk havaların bize hatırlattığı muhteşem bir içecektir.



Anında yeniler

Sıcak odada gevşemiş ve parmağınızı kıpırdatacak gücü bulamazken anında yenilenmek için hemen soğuk havaya çıkın; farkı göreceksiniz.



Daha çok çalıştırır

Hava güzel olduğunda aklımızda hep dışarı çıkmak, sahilde olmak ve eğlenmek vardır ancak soğuk havalarda dışarı çıkmak bize ürkütücü gelir ve daha çok çalışmaya odaklanırız.



Kestane pişiririz

Sadece kış mevsiminde bulabileceğimiz kestane, soğuk günlerin bize armağanıdır. İsterseniz, fırında pişirin isterseniz iç pilavınıza ekleyin, eğer imkanınız varsa közde pişirip kestanenin tadına varın!



Eldiven ve bere takarız

Sadece kışın kullanabildiğimiz eldiven ve berelerimizi soğuk havalarda doyasıya kullanabiliriz. Saçlarınızı şekillendirme derdine düşmeden bere takın.

(İşte bu gerçekten doğru bir tespit!! Kurtarıcı bir berem var benim! =) Demir'i sabah erkenden servise bindiriyorum ya oradan biliyorum.)



Depresyondan korunabiliriz

Kış mevsiminin devamlı ertelenen sosyal aktiviteleri gerçekleştirmek için uygun olmadığını düşünmemek, mevsim şartları ne olursa olsun planlanan etkinlikleri gerçekleştirmek zihni depresyondan koruyor.



Daha çok film izleriz

Soğuk günler, insanın kendine daha çok vakit ayırması anlamına da gelir. Evde kalıp ya da sinema salonuna gidip daha çok film izleyebiliriz. Oysa yaz öyle mi, hep dışarıda hep dışarıda!

 (Okulların kar tatili nedeniyle kapalı olması durumunda yapılamayacaklar listesinin bir numarası bence!!!)



Kitap okuyabiliriz

Ne demiştik: kış mevsimi insanın kendine daha çok vakit ayırmasıdır. İşte, soğuk havaların bir başka faydası da battaniyeyi üzerimize alıp kitap okumak ve yeni dünyaları keşfetmektir.

(Okulların kar tatili nedeniyle kapalı olması durumunda yapılamayacaklar listesinin iki numarası da bu tespit! Üç numara aranıyor!!!! )



Bakış açısını değiştirir

“Kötü hava yoktur, hava kötü kıyafet vardır” sözünü aklımızda tutarak soğuktan korkmamayı öğreniriz. Bu tıpkı hayatımızdaki zorluklara benzer; oysaki zor olan mücadele etmek değil donanımsız olmaktır.



Sıcak bitki çayları içeriz

Soğuk günlerde içimizi ısıtacak tarçınlı, karanfilli, beyaz çaylı bitki çaylarını daha çok tüketiriz. Bu hem formumuzu korumamıza yardımcı olur hem de hoş kokularıyla bizi mutlu eder.



Kar topu oynayabiliriz

Çocukluğumuza dönüp sağa sola koşturup kar topu oynayabiliriz; hem bu sayede hareket edip daha çok kalori yakarız.



Kayağa gidebiliriz

Havalı bir kış tatiline kim hayır diyebilir ki? Kartalkaya, Kartepe, Palandöken, Erciyes ya da yurtdışında kayak yapmak ancak soğuk havalarda mümkündür.



Küçük dostlarımızı unutmayalım

Soğuk hava biz insanlar için faydalı olsa da kuşlar, kedi ve köpekler için değil… Lütfen, küçük dostlarımızı unutmayalım. Onlar için karton kutudan evler yapalım, mama veya yemek bırakalım; yerimiz varsa evimize alalım. Hiçbirini yapamıyorsak, barınaklara bağışta bulunalım.

!!!!!!!!!! Çok çok önemli =((



Ailemizle yakınlaşırız

Soğuk havalarda evde daha fazla vakit geçirmek zorunda kalırız; bu sayede ailemizle, sevdiklerimizle bir arada olur ve daha çok aktivite gerçekleştiririz. Tabu veya kağıt oyunları oynamak, evde birlikte egzersiz yapmak gibi…



Taptaze portakallar yeriz

Soğuk havaların başka bir faydası ise portakalları olgunlaştırmasıdır. C vitamini deposu ve mis kokusuyla tüm evi kaplayan portakal, en güzel haliyle soğuk havalarda karşımıza çıkar.



Daha fazla balık yiyebiliriz

Soğuk hava balıkları yağlandırır ve tatlarının daha güzel olmasını sağlar. Bizse, sağlıklı yaşam için mutlaka balık yemeliyiz; işte soğuk havalarının başka bir faydası: birbirinden lezzetli balıklar!



Herkese mutlu karlı günler!! =)